50 sene Çıngıraklı Hafız namıyla büyücü şeyhliği yapan İlyas Meverdi, saraydan kulübeye kadar her sınıf insanın aldatıcı ve manasız muska ve telkinlerle parasını çekmiş bir tiptir. Muharririmiz, onu evinde ziyaret ederek bu enteresan röportajı yapmıştır. Gördüğünüm resimler, cin, peri ve muhtelif büyüler için kullanılan garip şekillerdir ve hepsi çıngıraklı Hafızın Odasını süslemektedir.
Tam elli yıl büyücülük şeyhliğini yapan meşhur Çıngıraklı Hafızı ziyarete giderken, benim geçtiğim, şu yollardan geçen yüzler ve binlerce insanı düşünüyordum. Onlar kalplerinde korku, heyecan, ümit ve kin her şeye, insanlara, eşyaya, görünen ve görünmeyen mevcudata hükmeden (!), odasının duvarlarında ve bir damla su içinde cinler, periler oynatan şeyhe ellerinde avuçlarındakini boşaltıyorlardı. Ve hiç şüphesiz şu köhne ahşap evin kapışım dizleri titreyerek, gözleri karararak çalar; çarpılmaktan, en küçük bir hata yapmaktan korkarlardı.
Lâleliden Aksaray’a inen eski yangın yerleri ortasındaki evin kapısını yetmişlik bir Arap bacı açtı.
Evvelâ yemenili başını korka korka uzatmış sonra ürkek bakışlarla bizi süzmüştü. Bir gün evvel teessüs eden aşinalığımızın verdiği memnuniyetle konuştu:
-Şeyh Efendi de şimdi öğle uykusundan kalktı. Sizi bekliyor, buyurun! dedi.
Fotoğrafçımızla birlikte rutubet kokan loş, malta taşlığı geçtik. Her basamağında ayrı tondan bir gıcırtı çıkaran harap merdivenlerden çıktık. Evin misafir kabulüne mahsus, çepçevre patiska örtülerle kaplı odasında 75’lik şeyh İlyas Meverdi ile karşı karşıyayız..
Duvarlarında acayip taş basması resim çerçeveleri, talik, sülüs, kûfî ve daha bilmem ne çeşit yazılardan bir sürü levha bulunan bu Ortaçağ odasında, tam elli yıl İstanbul’un en şöhretli büyü şeyhliğini yapan takkeli ihtiyarı dinlemeğe hazırlanıyoruz.
-İstanbul’da büyük bir şöhretle tam elli yıl büyücülük ettim.. Şöhretim saraydan şehrin en kıyı bucak semtlerine kadar yayılmıştı.. (Çıngıraklı Hafız) unvanıyla anılır, her gün Kasımpaşa’daki evimde yüzlerce ziyaretçi kabul eder, keşkülüme bırakılan altınlarla refah ve itibar içerisinde yaşardım. Büyü denilen batıl itikadın, esas itibariyle kuvvetli bir telkinden ibaret olduğunu söylemeği zait addederim. Telkinin şümullü ve müessir olması için de müeyyidesi bulunması lâzımdır. Büyünün müeyyidesi insanları en korktukları ölüm, çarpılma, çıldırma ve sakat kalma gibi mevhum fakat mahiyet itibariyle ürkünç hâdiselerdi..
Size, bunları böyle kelime halinde sıralamaktansa vak’a zikretmek suretiyle daha iyi anlatabileceğim..
Kasımpaşa’daki evime bir gün bir delikanlı geldi.. Yeni evlendiğini, karısını evvelce birisi daha istemiş olduğunu söyledi. Fakat ona vermedikleri için buna büyü yaptırmış:
-Ocağına düştüm şeyh efendiciğim.. Beni bu dertten kurtar. Çıldıracağım.
Delikanlının evhamını bir çok defalar bu çeşit vak’alarla karşılaştığım için kolayca anladım.. Kendisi izah etmeden sordum:
-Gerdeğe girince kocalığını yapamıyorsun öyle mi?
-Sizlere ne malûm değil ki efendim…
Ve… Delikanlıya teminat verdim. Büyüyü bozmak için şu tavsiyede bulundum:
-Akşam namazından sonra yedi kuyudan birer bardak su alacaksın. Bunları odanın yedi köşesine dökeceksin.. Vereceğim muskayı da dilinin altına koyup yatağa gireceksin… Yarın gelde neticeyi bana haber ver..
Yazdığım bir muskayı da genç adama verdim. Kalktı, gitti. Ertesi günü delikanlının güler yüzle tekrar geldiğini gördüm. Bol bir bahşişle uzun teşekkürler sundu.
Şimdi mes’eleyi vahide irca usulüyle mantıkî olarak şerh edince şu netice çıkar: Delikanlı, bu izdivaç için bir rekabet ihtirası içinde çırpınmıştır. Nihayet emeline kavuşmuş, evlenmiştir. Fakat rakibinin büyü yaptırdığı hakkındaki şayialar dimağını doldurmuştur. Düğün gecesi bu düşüncenin tesiriyle meşbu bulunan delikanlı büyülendiğini, bağlı bulunduğunu kendi kafasında tekrarlıyor ve. Akamete uğruyor.
Hâlbuki benim tavsiyem ve verdiğim boş muska delikanlıyı bu bizatihi telkinden kurtarmış, arzusuna vardırmıştır.
Yine bir gün ihtiyar bir kadının bir müracaatıyla karşılaştım.. Kadın, kızını verdiği adamın geçimsizliğinden uzun uzun şikâyet ettikten sonra kızının boşanma tavsiyelerine aldırmadığını hâlbuki onu isteyen çok daha iyi bir namzet mevcut olduğunu yana yakıla anlattı. Yalvardı:
-Ne olursa senden olur şeyh efendiciğim.. Akılsız kızımı şu nobran adamdan ayır…
Ayırma büyüsünün şekli basittir. İki şimşir kaşık alınır. Bunlardan birine ayrılması istenilen kadının adı, diğerine kocasının adı üçer sıra üzerin2dokuz defa yazılır. Kaşıklar sırt sırta gelecek şekilde birbirine bağlanır. Böyle yaptım. Sonra kaşıkları ihtiyar kadına verdim, ilâve ettim:
-Bu kaşıkları götür, bir taze mezarın ayak ucuna göm..
Bir müddet sonra kadının bana teşekküre geldiğini gördüm. Maksadı hâsıl olmuştu. Bunun hal ve izah şekli daha tuhaftır. Kadının müracaatından kızının damadını sevdiği anlaşılıyordu. Annesinin büyü yaptırdığını duyan kız, sevdiği adamın büyü tesiriyle çıldıracağını veya öleceğini kestirince buna razı olmamış, işi damada da ifşa etmiştir. Kendisine büyü yapıldığını duyan adam esasen memnun olmadığı bu aile rabıta sile hayatını kaybetmek, çıldırmak gibi bir hale uğrayacağından korkmuş, karısını boşamış, acuzenin arzusu da böylece müspet bir netiyece varmıştır.
İnkılâptan sonra batıla inanışı meneden kanunun emriyle yarım asırlık menfaatine veda eden şeyh, salâhiyettar lisanıyla bize büyü ve büyücülüğün iç yüzünü anlatırken gayet soğuk kanlı ve kendisinden emin olanlara mahsus bir tavırla konuşuyordu.
-Bu büyü yalnız Şark milletlerine mi mahsustur.
Meşhur Çıngıraklı Hafız gülümsedi:
-Avrupalılar, dedi, batıl itikatlara Şarkı ana vatan sayarlar. Hâlbuki bu telâkkilerinde yanılıyorlar. Batıl itikatlar, sihir, büyü, tılsım ve benzerleri membalarını Şarktan almazlar, ilkçağın putperestlik devrinden Hıristiyanlığa ve İslamiyet’e intikal etmiş telâkkilerinden alırlar.
Putperestlik devrinde insanlar iki vücut tanırlardı. Bunlardan birincisi iyilik ve fazilet timsali, diğeri de şer ve ceza ilâhı idi.. İnsanlar, iyilik ve fazilet ilâhına yakın olmak için din çerçevesindeki emirleri yeline getirirler, şer ve ceza mabudunun gazabını tahrik etmemek için de ayrı merasim yaparlardı.
İslâmiyet’in Şarkta yayılması, bütün diğer dinlere tefevvuku sıralarında (Vahdaniyet) esasını kabul eden âmme vicdanı, iyilik ve fenalık mahutları telakkisini büsbütün ortadan kaldırmamıştır. (Hayır ve şer Allahın’dır) prensibine rağmen tâli derecede ve insandan üstün evsafa malik iki sınıf daha kabul etmiş, insanları sevk ve idare eden bu iki tâli sınıftan iyilik ve fazilet âmillerine (melek) şer ve iğfal hâdimlerine de (cin, peri, şeytan) isimlerini vermiştir.
İşte, bu unsurları başka insanlar aleyhinde tahrik edebilmek gibi batıl düşünceler Şarkta büyüye ve büyücülüğe engin bir revaç sahası temin etmiştir.
Büyü ve büyücülük, Osmanlı saltanatında tâ saraydan memleketin en kuytu köşelerindeki en mütevazı eve kadar hükümranlığını asırlarca sürdürmüş, bilhassa gönül işlerinde, menfaat dalaverelerinde türlü şekiller ile tezahürler göstermiştir.
Büyünün muhtelif şekilleri mevcuttu. Meselâ birbirini seven fakat kavuşamamalarında maniler bulunan iki sevdazedeyi birleştirmek, kocasından ayırmak, karısından kurtulmak, başka bir kadının kendi lehinde sevgisini tahrik etmek, hasmını öldürtmek, düşmanına galebe çalmak gibi emellerle garip vasıtalara başvurulur. Bunların her birisi için de bütün bu telakki ve fizik cihetleri bertaraf edelim: Size, bunu bir kelime ile şöyle tarif edebilirim: Mistik dekor içinde yapılan telkin!..
Tam 50 yıl Osmanlı payitahtında kulübeden saraya kadar manevî bir kudret müeyyidesiyle hükümran olan Hoca İlyas Meverdi’nin anlattığı vak’alar ve getirdiği misâller insanı kâh güldüren kâh ağlatacak hale getiren çeşitli aile faciaları, gönül maceralarıyila tüylerim ürpermişti.
Bunları dinledikten sonra Şarkın esrarlı muhitinde Avrupalıların (telkin) dedikleri mevzuu dekor ve elemanların ilâvesiyle (Büyü) ismi altında yıllarca istismar eden (Sarıklı zekâ) ya hayret ve hiddet etmekten kendimi alamadım.
Bunun içindir ki Osmanlı imparatorluğunun çökmesini hazırlayan hâdiseler arasında üfürükçülüğün büyük rolünü inkâr etmek imkânsızdır.
Padişah Deli İbrahim’in Cinci Hocayı Devlet idaresinde dahi vasi tutuşu, padişah Üçüncü Muradın Osmanlı ordusunu sevk ve idarede Müneccim Başıya gösterdiği itimat, nihayet kızıl tacidar İkinci Abdülhamid’in 33 senelik mutlak idaresinde tesiri altında kaldığı Şazeli şeyhi Ebülhüda bu mevzuun âmil ve mamûllerine en iyi örnekler teşkil ediyor..
Verem, frengi, kanser, hattâ cüzzam illeti gibi öldürücü hastalıklar, irade zaafının yanında daha az katil bir mahiyet gösteriyorlar.
***
Şeyhten ayrımken ona bir daha baktım ve bu canlı tarihi büyük inkılâbımızın bir şahidi gibi gördüm. Yıkılan devir, yerine gelen devri alkışlıyor. Onun nimetlerini, hürriyetini samimiyetle söylüyordu.
Onun içindir ki Cumhuriyetimizin benzeri yoktur.
Yazan: RAHMİ YAĞIZ