Avrupa’yı birleştirmek fikri ilk defa, IV. Henri’nin nazırı ve dostu Sully Bethune’ün zihnini işgal etmişti. “Büyük Tasavvur’’ adlı eserinde yazdığına göre plânının tahakkuk edebilmesi için Avusturya devletinin kudretten düşmesi lâzımdı. Bu takdirde Avrupa’nın bütün kral ve imparatorlarından bir konsey teşkil edilecek ve mutlak hâkimiyet bu topluluğa tevdi edilerek, tek tek kuvvetlerin keyfî hareketlerinden doğan anlaşmazlıklar önlenmiş olacaktı. Fakat daha Sully bu faydalı plânını yaymağa başlarken IV. Henri katledildi ve bütün hayaller suya düştü.
Ravaillac adlı delinin hançeri Fransa Kiralını, dolayısıyla Birleşik Avrupa plânlarını en can alacak yerinden vurduğu sıralarda Hollandalı filozof Hugo Grotius henüz 27 yaşındaydı. Fikirlerini 1614 de neşrettiği bir milletlerarası hukuk kitabında buluruz.
Daha akla yakın olanı, ikisine birden aynı şeyi ilham edenin Bohemya kıralı Georg Podibrad olmasıdır. Zira bu kral 1462 de, 9 seneden beri Türklerin elinde bulunan İstanbul’u zaptetmek sevdasıyla işe giriştiği zaman bütün Hıristiyan prenslerini bu gaye uğruna birleştirmeye teşebbüs etmişti. Mamafih bu birliğin bir harp gayesiyle teşkil edildiği nazarı itibara alınırsa burada Avrupa Birliği fikrinin ilk tohumlarını aramak biraz yersiz olur.
İngiltere’de Grotius’un muasırı olan Hobbes aşağı yukarı aynı fikirleri ileri sürüyor ve Quaker mezhebinden William Penn ise dini âlet ederek Avrupa’dada devamlı bir sulh tesis etmeği düşünüyordu.
Fransa’da Abbé Charles, mevzuu Avrupa’ya yeni bir hayat şekli vermek olan bir hukukî münakaşada yepyeni bir sulhçu nazariye ileri sürdü. Sully’nin, kendince malûm olan plânın tamamen kabul ettikten başka askerî kuvvetlerin azaltılmasını, hatta icap ettiği zaman tamamen ortadan kaldırılmasını teklif ediyordu. Fakat İspanya taht kavgalarının bütün hızıyla devam ettiği o devir, isteklerinin tahakkuku için oldukça elverişsiz bir zemindi. Birkaç sene sonra, XIV. Loui’nin aleyhinde bulunduğu için kendisini Akademiden çıkardılar. Fakat onun fikirleri, birçok kimselerin kafalarında yer etmişti. Bunları o kafalardan çıkarmak, onu Akademiden çıkarmak kadar kolay olmadı. Nitekim sonra sonraRousseau’nun “İçtimaî Mukavele”si, Voltaire’in “Milletlerin Ruhu” gibi eserlerinde bu fikirlere sık sık rastlandı.
Emmanuel Kant 1795 de yazdığı müessir bir monologda beşeri toplulukların gayesini, “Bütün insanları bir dünya vatandaşı haline getirmek” şeklinde izah ediyordu. Bu iş için lüzumlu gördüğü inkılaplar, gizli anlaşmaların feshi ve orduların terhisi kabilinden şeylerdi. En iyi devlet şeklini Cumhuriyet olarak kabul ediyor ve Demokrasinin de Birleşik Avrupa veya Dünya Cumhuriyeti için elzem olduğunu söylüyordu.
Bunu takiben, 1837 den 1914’e kadar süren devir esnasında Avrupa’yı sadece İktisadi bakımdan birleştirmek düşünülmüştür. LéonFaucher’in Belçika, İspanya ve İsviçre’yi içine alan “Güney Birliği”; Molinaris’in Fransa, Almanya, Avusturya, Hollanda, Macaristan ve yine İsviçre’den ibaret olan “Orta Avrupa Birliği” ve Treitsch, ConstantinFrantz, Conte de Leusse, Franz vonLiszt gibi kimselerin teşebbüsleri hep bucümledendir. Az çok milliyetçilik belli eden ve iktisadi zaviyelerden görülerek hazırlanan bu projelerin hakiki ve insani gayelerle yapılmış olduğuna inanmak zorcadır.
1923 ün topluluk mücadeleci Paneurope adlı planla genç Kont Condenhove – Kalergi’dir. Paneurope’un fazla ilmi ve tedrisi olması kolayca yayılmasına engel oluyordu. Hâlbuki ki siyasi görüşlerden kurtulmuş bir İktisadî Avrupa Birliği daha kolay tatbik sahasına konurdu.
Ayrıca ekonomik politika üstadı Charles Gide, Amerikalı Irving Fisher, Norman Angell ve Elemer Hantos da ufak tefek ayrılıklar sayılmazsa, hep aynı gaye uğrunda çalışmışlardır.
Önemli hareketlerden biri de 1925 Sonbaharında Locarno’da buluşan Briand, Stresseman ve Sir Austen Chamberlain’in yeni bir gümrük ve ekonomi birliği projesidir.
1931 de toplanan dünya iktisat konferansının faaliyetleri Hitler’in kaprisleri karşısında akim kaldı. Mamafih bu bir bakımdan faydalı da olmuştu. Zira iktisat Konferansının plânları, yapıcı olmaktan ziyade yıkıcıydı.
Bütün bu hadiselere bakarak diyebiliriz ki bir Avrupa Birliği şimdiki halde uzak bir hayaldir.
Yalnız Avrupa Birliğinin hayatî ehemmiyeti, inkâr edilmez bir hakikattir ve kıtayı tehdit eden tehlikelere karşı çekilebilecek yegâne sed budur.
Yazımızı bitirirken Ruggerro Orlando’nun bu husustaki fikirlerine de bir göz atmayı münasip bulduk:
“Avrupa Birliğinin kurulup kurulamayacağı meselesi münakaşa kabul edebilir. Kıt’anın bu günkü vaziyeti, ayniyle İtalya’nın yüz sene evvelki vaziyetidir. O zaman da bütün devletler İtalya Birliğine itiraz ediyorlar ve böyle bir topluluk kurulamayacağını iddia ediyorlardı. Ama İtalya bunlara rağmen doğdu.
“Kâmil insanlar mucizelere inanmaz, derler. Bense diyorum ki mucizeye inanmayanlar tarihin nelerden müteşekkil olduğunu bilmeyenlerdir.”