Bir gün gelecek, dünyadan başka yıldızlara gitmek mümkün olacak. Bu sayfalarda 2051 yılında Venüs yıldızına giderek oradan, dünyadaki arkadaşına gördüklerini anlatan bir kadının mektubunu sunuyoruz.
Venüs yıldızında insan hafifliyor ve gençleşiyor. Bir sıçrayışta üç, dört metre yükseğe çıkmak işten bile değil (Solda). Venüsün hayvanat bahçesinde, dünyada nesli milyonlarca yıl önce tükenmiş Dinosorları gördük.
Venüs yolculuğu sırasında en enteresan manzara, dünyamızın ayını, âdeta burnumuzun dibinde seyretmemiz oldu. Aynı zamanda dönüş yolunda bulunan bir raket de gördük.
Sevgili Aygök;
Şöyle böyle üç haftadır Venüs’deyiz. Bugünlerde dönüş seyahatine bile hazırlanmak mecburiyetindeyim. Ne kadar meşgul ve heyecanlı olduğumu düşün ki bu üç hafta içinde sana bir mektupçuk olsun, yazamadım. Şüphesiz, emektar dünyamıza döneceğime seviniyorum. Seninle tekrar buluşup bütün gördüklerimi sana anlatmak, kimbilir ne zevkli olacak! Lâkin şimdiye kadar ailece yaptığımız seyahatlerden hiçbirinden, Venüs’ün “Fosfor vadisi”nden olduğu kadar gözlerim arkada kalarak ayrılmadığıma inan… Kocamın önce bu seyahate kat’iyen razı olmadığını ve ancak çocukların Ve benim ısrarımla, âdeta zorla boyun eğdiğini biliyorsun. Şimdi o bile, bir iki yıl sonra dünyayı bırakıp, Venüs’e gelmeyi ve burada yerleşmeyi tasarlıyor… Ne dersin?
Şimdi saat akşamın onu. Çocuklar hâlâ, dışarıda, otelin taraçasındalar. Kocam da golften dönmek bilmedi. Zaten gece yarısından önce döneceğini de ummuyorum.
Gece yarısı dedim ama insan burada gecenin yarısını, ancak saatine bakınca anlayabiliyor. Burada güneş ebediyen ışıldıyor; daha doğrusu ebediyen batıyor! Çocuklar, beni saatlerce, çenem avuçlarımda otel taraçasında, göğü seyreder halde görünce kıs kıs gülüyorlar. Ne yapalım?.. Dünyadayken de güneşin batışı bana daima romantik bir tesir yapardı. Burada gök, bütün gün aynı kızıldan sarıya giden renklerde ve aynı garip mavilikte…
Açıkçası hepimiz, keyfimize göre bir yer bulduk. Kocam, kendini o kadar taze hissediyor ki yıllardır bu kadar memnun olduğunu görmemiştim. En aşağı on yıl gençleştiğini söylüyor. Seyahat broşürlerinde “Ebedî gençlik yıldızı Venüs!” sözünü okuduğum vakit, mutat propaganda yalanı sanmıştım. Hâlbuki bizi buraya getiren feza gemisi Diana’dan Venüs toprağına ayak basar basmaz, bu sözün mübalâğa olmadığını anladık. Üstümüzdeki dünya cazibesi baskısı, birdenbire hafiflemişti. İnsan, ancak burada, akşam yıldızında, dünyadaki cazibenin omuzlarında ne müthiş bir yük olduğunu anlıyor. Burada belli başlı alaylardan birini, yeni gelenlere “Ne müthiş bir yüksek atlayıcı olduğunu ispat” teşkil ediyor. Otelin spor alanındaki kadın jimnastik öğretmeni, bir gerilişte dört metre yükseğe sıçrayabiliyor. Bizim çocuklar da bu cambazlığı, jimnastik öğretmeni kadar ileri götürdüler. Kocam, dünyada daima yorgunluktan şikâyet ederdi. Burada, yorulmak nedir bilmez oldu.
Oğlum, ilk hafta, buranın iri ve parlak renkli kelebeklerine vuruldu. Hele Venüs topraklarında yabani bir halde üreyiveren çiçek zenginliğini imkânı yok anlatamam.
Önceleri, buranın daimî gündüzü asabımı bozmuştu. Yemek zamanı ne zamandır; ne vakit uykuya yatmak gerekecektir? Hepsini şaşırmıştık. Sonraları çaresini bulduk. Karnımız acıkınca yiyor, uykumuz gelince yatıyoruz. Yatarken bir düğmeye basıyoruz. Polarize camdan pencerelerimiz derhal güneş ışığını geçirmez oluyor. Odamız karanlıklaşıyor. Sun’î bir gece içinde, deliksiz bir uyku çekiyoruz. Kalkınca tekrar düğmeye basıyoruz, güneşin bütün ışığı odaya doluyor ve sun’i bir sabah başlamış oluyor.
Otelin yüzme havuzuna gümüşlü suyu bulunan bir membadan su geliyor. İnsan bu havuzda, saatlerce en ufak bir harekette bulunmadan mantar gibi su yüzünde kalabilir. Bir yandan serin serin yıkanırken, diğer taraftan da çabucak cildimiz güneş yanığı esmerliğine bürünüveriyor.
Yazık ki Venüs üzerinde uzun gezintilere çıkamıyoruz. Zira bu yıldızın birçok bölgeleri, henüz keşf olunmamış. Geniş ormanlarda vahşî hayvanlar ve dünya yüzünde nesilleri milyonlarca yıldan beri tükenmiş bulunan Dinosor cinsinden dev canlılar varmış. Bu Dinosorlardan bazılarını buranın hayvanat bahçesinde gördüm. Hayvanat bahçesi, geniş bir saha… Etrafı, büyük bir hendekle çevrilmiş. Böylece vahşî hayvanlar, ziyaretçilerden ayrılmış. İnsan, bu Dinosorlara baktıkça sanki canlı değillermiş, makine ile kımıldanan uydurma hayvanlarmış sanıyor. Venüs te kısa seyahatleri, mahallî raketlerle yapıyoruz. Bunlar, bir çeşit hava otobüsleri. Fakat bazı sahalara hiç yaklaşmıyorlar. Oralarda dehşetli radyoaktif uranium ve Berilyum varmış. Tehlikeli ve memnu mıntıkalarmış. Elmas madenlerine de gitmek kaabil, fakat gidemedik. Zaten pek fazla gezemedik. Yalnız, yıldızın başkenti Venopolis’e uzandık. Gökleri delen muazzam binalarıyla harikulade bir şehir. Hele “Kâinat kulesi” denen bir binası var. Kamilen Türkuvaz adı verilen yeşilimtırak mavi kıymetli mermerle yapılmış, ışıl ışıl yanıyor. Yazık ki burada bol olan Türkuvaz taşı, dünyaya götürülünce tahallül edip dağılıyormuş.
Otelin rasathanesinde bazen hususî, karartıcı teleskoplarla dünyayı seyrediyorum. Ta uzakta, ufacık bir yıldız… Hâlbuki bizden ancak 1 I 7 saat süren bir yol uzunluğunda… Ama işi hesaba vurursan 43 milyon kilometre yapıyormuş.
Dönüşte de Diana’ya bineceğiz. Zaten harikulâde bir gemi… Dönüş yolu ancak 84 saat sürecek. Ama Diana’ya bizi götürecek olan raket, seyahat müddetinin geri kalanını yiyor. Diana’nın camlı ve kapalı güverteleri harikulâde, gemide bulunulduğu müddetçe, teknenin ardındaki raket infilâkı kat iyen duyulmuyor. Gemi önce göğe doğru yükselirken, asansöre binmiş gibi bir hal hissediyorsun. Sonra birdenbire asansör durmuş gibi oluyor. Bu oluş, Diana’nın fezada, saatte 500 bin kilometre hızla gittiğine alâmet… Yolculuğun en enteresan geçiş yerlerinden biri, dünyamızın ayının yakınından geçmemiz oldu. Ayı, burnumuzun dibindeymiş gibi, sönmüş kraterleri ve her hususiyetiyle seyrettik. Şimdi en çok merak ettiğim, dünyaya yaklaşışımızı seyretmek… Bakalım nasıl olacak?.. Bütün bu seyahatimizin nasıl geçtiğini sen de göreceksin. Çünkü aldığımız filmleri Diana’da banyo edecekler. Dünyaya varınca, sinema makinemizde oynatabileceğiz. Şimdilik hoşça kal şekerim. Gözlerinden öperim”
Bu mektubun 2051 yılında yazılacağı tahmin ediliyor. Bazı âlimler, çok daha evvel, bazıları da daha sonra yazılabileceği iddiasındadırlar. Çünkü mütehassıslara göre, feza yolculukları artık imkân dâhilindedir. Atom enerjisini kullanmak ve daha bazı ufak tefek noksanları telâfi etmekten ibaret az buçuk bir çalışma kalmıştır.
Anlaşılan şudur ki dünya yüzündeki ilim, kendini harbe değil, tamamen sulh gayelerine vakfederse, insanlık yalnız dünya hürriyetine kavuşmakla kalmayacak, kâinat hürriyetini de kendine mal edecektir.