CHİLLON ŞATOSU HAYALETİ

0
1029
Scanned by Scan2Net

Şato kahyasıyla balıkçı Hanri, kayığı yanaştırıp vapur iskelesine çıktılar ve kafalarındaki muammayı evire çevire şatonun yolunu tuttular.

Villönöv’lü balıkçı Hami Şeno, göle ağlanın gecenin geç vakitlerinde atmak âdetindeydi ve sabahlan topladığı ağlardan daima en iri ve yağlı sazanları çıkarışını, bu âdetine hamlederdi. Çok defa Trüit veya Rezen meyhanelerinde, balığa çıkmadan Önce birkaç kadidi çektikten sonra gece yarısı kaşağına binerdi. Yaz sonuna doğru bir gece yine Villönöv’den Veyto istikamı tine kürek çekiyordu. Göl kenarındaki Chillon şatosu önüne gelince kürekleri bırakıp ağ serpmeğe başladı. Zifiri karanlıktı ama Şeno, kıyıdan 200 metre kadar açıkta, her zamanki işini ustalıkla idare ediyordu.

Birden gözüne bir ışık ilişti. Etrafına bakındı. Fakat tren yolu üstünde uzanıp duran şose boyunca in, cin yoktu. Acaba Montrö’den doğru gelen bir bisikletli mi vardı?.. Vardıysa, Chillon şatosunun yüksek duvarları ardında kaybolmuş olmalıydı ve neredeyse meydana çıkardı.. Fakat şatonun sağında da, solunda da şosenin ıssız kaldığı bir yana, ışık yeniden ışıldamış ve gölün sularında akisler bırakmıştı. Hem zaten bu sefer balıkçı da görmüştü, ki bu ışık yoldan değil, şatonun şövalyeler salonunun büyük penceresinden geliyor!..

Ama ışık sadece birkaç saniye sürmüştü. Az sonra ortalık yine karanlığa gömülmüştü ve hattâ bizzat şatonun karaltısını bile ağaçların gölgesinden ayırt etmek imkânsızlaşmıştı.

Hanri Şeno fena afallamıştı. Senelerdir Allahın gecesi şurada ağ serperdi. Lâkin böyle şey şimdiye kadar görmüş değildi. Gece yansı, şatonun şövalyeler salonunda gezinen kimdi acaba? Bu, şato kâhyası olamazdı. Kapıcı da olamazdı. Diğer hizmetkârlardan ise kimsenin, gecenin bu saatinde şövalyeler salonunda isi yoktu.

Ama daha fazla da kafasını yormadı. Nesine lâzımdı? Ne şato kendi malıydı, ne de kâhyalığı ona düşerdi. Ağını attı ve tekrar küreklere yapışarak evinin yolunu tuttu. Yatağına girdiği vakit, hâdiseyi unutmuştu bile.

Ertesi gece, yine tam gece yarısında Hanri Şeno, ağlarını göle serperken, dün akşamki hâdise tekerrür etti: Şatonun şövalyeler salonundaki büyük penceresinden göle, yine soluk bir ışık aksetmişti. Sanki biri, salonda fener elde geziniyordu… Lâkin bu ışık huzmesinden başka bir şey görüldüğü de söylenemezdi. Fakat balıkçı pirelenmişti ve bu meseleyi ertesi sabah şato kâhyasına açmaya karar vermişti. Dediğini yaparak, sabahleyin kâhyayı ziyaret etti. Adam, balıkçıyı kibarca karşılayıp bir şişe şarap açtı ve Hanri Şeno, iki gecedir gördüklerini bir bir anlattı.

Kâkya da bu dinlediklerine bir mâna veremedi. Fakat kendince sık sık kafayı çeken balıkçı, pek de itimada lâyık biri değildi. Malûm ya alkol insana neler göstermez?,. Maamafih o gece, balıkçının kayığına binmeyi ve gece yansı gölden, şatoyu gözetlemeği vaadetti.

Konuştukları gibi yaptılar. Şeno, gece yarasına yarım saat kala, gölde işleyen yolcu vapurlarının yanaştığı iskeleden kâhyayı kayığına aldı. Beraberce açıldılar ve geceleyin balıkçı yine bermutad ağlanın serperken kâhya da uzaktan şatoyu gözetlemeğe koyuldu.

Hakikaten tam gece yansında, şatonun şövalyeler salonunda yine o acayip ışık belirdi. Hem bu sefer ilk gören kâhya olmuş, balıkçının da dikkatini çekmişti. O zaman Şeno:

— Nasıl?., dedi. Ben size söylemedim mi? Şatoda hortlaklar dolaşıyor!

Kâhya da, balıkçının bu sözlerinin doğru olduğunu tüyleri ürpererek tasdik ediyordu. Bu işin içinde bir işler vardı. Ağını serpmiş olan kayıkçı, küreklere yapışarak tekneyi sahile götürdü. Hemen beraberce karaya atladılar ve birlikte şatoya girip şövalyeler salonuna kadar çıktılar. Lâkin salonun her köşesini dikkatle araştırmalarına rağmen şüphe uyandıracak en ufak bir şeye rastlamadılar.

Fakat kâhya, bu ışığın içyüzünü öğrenmeği aklına koymuştu. Balıkçıya, ertesi akşam şövalyeler salonunda beraberce hayaleti beklemelerini teklif etti.

Balıkçı böyle şevi kabul etmez olur muydu? Nasıl olsa, kâhyanın hayalet beklemek için bir iki şişe şarap açacağını da biliyordu. Nitekim ertesi akşam, bu tahmininin yanlış çıkmadığını da gözleriyle gördü. Kâhya iki şişe şarapla iki kadehi, kendi elleriyle şövalyeler salonuna taşımıştı. Beraberce, saat on birde salona çıkmışlardı.

Tabiatiyle hayalet ve hortlak avcılığına çıkanlar, ışık yakmazlar. Maamafih pencerelerden biri kâfi derecede ışık veriyordu ve iki adanı, şişelerle kadehleri o pencere önüne yerleştiren k bir yandan fısıl fısıl konuşurken, bir taraftan da kafaları çekmeğe koyuldular. Hayalet bekliydi insanlar, siyasetten veya modadan bahsetmezler. Elbette mevzu, yine hayalet ve hortlak etrafında dönüp dolaşıyordu. Balıkçı diyordu ki bu hortlak olsa olsa, çok eski tarihlerde o civarlarda pek çok zulüm işlediği söylenen biri olsa gerekti. Herhalde öldükten sonra günahları onu mezarında rahat ettirmemişler ve hortlamaya başlamıştı. Yahut da belki bu, Bonivar adlı cindi. Hani hep zincirlerini şakırdata şakırdata dolaşırmış…

Arkadaşı pek bir şey söylemiyordu. Belki de okumuş, tahsil görmüş bir adam olarak hayaletlere ve hortlaklara inanmaktan utanıyordu. Yahut da belki başka şeyler-den şüpheleniyor, fakat fikrini balıkçıya açmayı münasip görmüyordu. Herhalde ikisi de kendilerini’ pek rahat ve keyifli hissediyor değillerdi. Kalpleri biraz hızlı çarpar olmuştu ama korkudan mı yoksa bitirdikleri şişelerden mi, orasını Tanrı bilir…

Derken Villönöv kilisesinin çan- kulesindeki saat, gece yarışını çaldı. İki adam safi göz ve kulak kesildiler. Hem de boşuna değil… Hayalet geldi ama bu akşam her nedense biraz gecikerek geldi. Çan kulesinin dandanları biteli epey olmuştu ki şövalyeler salonunun kapılarından biri de sessizce açılmıştı. Salona soluk bir ışık düştü. İki adamın gözleri bu ışığa yapıştı, kaldı. Önce hayaleti göremediler. Işık bir kapıdan girmiş, ötekine doğruluyordu ve tanı iki adamın hizasından geçerken insan karaltısı gibi bir şey fark edebildiler. Bu karaltı, elinde bir fener tutuyordu. Hızlı yürüdüğü için salonu çabuk geçmiş, öteki kapıya ulaşmıştı bile. Ancak o zaman kâhya yerinden fırlayabildi ve gür sesiyle bağırdı:

— Heyy Rüdi, bu nedir böyle? Gece yansı burada ne arıyorsun?

Hayaletin ağzından bir korku sayhası fırladığı duyuldu. Dehşetinden az kalsın elindeki feneri düşürecekti.

Meselenin anlaşılması güç olmadı. Şato uşaklarından Rüdi meğerse ahçı kızla sevişiyormuş. Kendi odası şatonun bir ucunda, ahçı kızınla de öte ucundaymış. Gece ziyaretlerini yapmak için en kestirme yol da şövalyeler salonundan geçiyormuş.

Rüdi’nin bu sözlerini ertesi sabah ahçı kız da tasdik etti. Kâhya bu hale kızmadı. İkisini evlendirdiler ve o gün bu gündür Chillon şatosunda ne hayalet kaldı, ne bir şey!

Paylaş

CEVAP VER