EN MEŞHUR ORKESTRALARIN ZİLLERİ İSTANBUL’DA YAPILIR: Tatbikî, ZİLCİYAN

Dünya müzik âleminde “Stradivarius” kemanları kadar meşhur ziller “Zilciyan” markasını taşıyanlardır.

0
1582

İSTANBUL’DA, Samatya’da 350 senelik, çok yıpranmış bir bina… Bunun içinde dört adamıyla çalışan bir usta. Bu adama dünyanın dört köşesinden sipariş mektupları gelir ve zarflarının üzerinde sadece şunlar yazılıdır “Zilciyan – Türkiye”… İstanbul Postahanesinde, “Zilciyan” ın nerede olduğunu bilirler. Zarfın üzerine “Samatya” kelimesini eklerler! Samatya’da da kime sorsanız tanıyor.

Mikael Zilciyan, bu ailenin 51 yaşındaki son büyük evlâdı… Yaptığı iş: “Zilcilik”… Buna Avrupalılar “Simbal” diyor. Bizde eskiden “çalpâre” denirmiş… Dünyanın en büyük orkestralarından en küçük musiki topluluklarına varıncaya kadar hepsi “Zilciyan” markasını taşıyan zilleri kullanıyor ve kullanmak için can atıyor.

25 – 60 santimetre çapında, sarı pirinç madeninden yapılmış bu zillerde ne keramet var, acaba? Bunu öğrenmek için Samatya’ya, Bestekâr Nuri Sami Koral ile, yollandık. Harap binanın içi bir imalâthane şeklinde: Maden eritme fırını, potalar, bakır ve kalay parçaları, içi kirli su dolu bir havuz, elektrikle çalışan otomatik çekiç, torna tezgâhı ve dört işçi…

Bizi karşılayan Mikael Zilciyan güler yüzlü, tatlı dilli, iş elbisesini, mesleğini her şeyden fazla seven bir adam… Nuri Sami Koral bizi tanıştırdı. Elinde Güney Amerika’da, Columbia’dan gelen bir mektup vardı. Zarfın üzerinde : “Mr. Zildcian . Turkey” yazıyordu, o kadar!

Memleketimize gelen bütün müzisyenler, Sultanahmet veya Süleymaniye’den, Topkapı Sarayından önce Samatya’ya gidip Zilciyan’ları ziyaret ediyorlar. Ondan bir kaç tane zil almadan yapamıyorlar. Bu ziller dünyanın her tarafında o kadar şöhretli ki… Bu şöhretle ancak “Stradivarius” kemanları boy ölçüşebilir! Evvelâ, Zilciyanların dünyanın bütün büyük şehirlerinde temsilcileri var! Herhangi bir orkestra kurulurken her âlet için en iyisi aranırsa sıra zile geldiği zaman herkes “Türkiye – Zilciyan” diyor da başka bir şey demiyor!

Radyonuzu açtığınız anda kulağınıza gelen filarmonik orkestra konserlerine dikkat adin. Senfoninin bazı yerlerinde kulağınıza gelen çeşitli zil sesleri, bizim memleketten giden zillerin sesidir! Dünyanın bütün orkestraları bu enstrümanlarıyla iftihar ederler… Avrupa’ya gidenler hediye olarak halı, seccade ile zil – ama Zilciyan’ın yaptığı zilleri – götürürler!

Arkadaşımız Metin Onikinci İtalya’da on – onbeş kişilik bir grupla gazinoda eğlenirken ceplerindeki para biter. Yerine yanlarındaki zillerden birini verirler. Orkestra şefi bin bir teşekkürle hem hesabı- hayli yüklü öder, hem de artanını verir. Hani, altın gibi her yerde geçen bir nesne?

Tam 350 sene evvel en büyük Zilciyan bu binayı, burada yaptırmış. Ufacık, in gibi odaları var… Tonozlar, kemerler, harç, sıva hepsi müze gibi… Tam üç buçuk asır buradan nesiller geçip gitmiş… Meslek ailenin en büyük erkek evlâdına kalırmış; Tıpkı padişahlık, krallık, imparatorluk gibi! Çok şükür, Zilciyan ailesi de evlât, hem de erkek evlât sıkıntısı çekmemişler. Yalnız sanatın sırrını gizli tutmuşlar ve hâlâ da gizli tutuyorlar!

Bir zamanlar bu sırrı çözmek için İtalya’dan bir casus gelmiş. İmalât yerine kimseyi almadıkları halde onun girmesine nasılsa mani olamamışlar. Adam kaş-göz arasında cebinden mendilini çıkarıp formülü gizli tutulan su havuzuna atmış. Sonra hemen mendili almak istemiş. Yâni tahlil ettirip sırrı çözecek, aklınca! Mikael Usta durur mu? O da mendile yapışmış. O çeker, öteki çeker. Sonunda mendilin parçasını bile İtalyana bırakmamış!

Bu “gizli” işi bize gösterip izahat vermekte bir zarar görmedi. Ziller şöyle yapılıyor: Bakır ve kalay madenleri eritilip (1400 derecede) birbirine belli bir orantı içinde karıştırılıyor. Böylece “pirinç” dediğimiz maden meydana geliyor. Pirinci potalarda eritiyor ve formülü sadece Zilciyan Kardeşlerin (Vahe ve Mikael) bildiği suya birdenbire boşaltıyorlar. Bir cazırtı, bir duman… Suyun dibinde bir külçe… Tıpkı kürek helvası gibi… Bu külçeyi alıp büyük merdanelerin, silindirlerin arasından geçirip inceltiyorlar ve yufka gibi yayılıp genişleyen madeni önce ağır otomatik çekiçle, sonra el çekiciyle dövüyor. Dövüle-dövüle pişip incelen levha daire şekline, kenarları kesilerek, sokuluyor Ortasında göbek kısmı kubbe gibi şişiriliyor, deliniyor. En sonunda torna tezgâhına konup elmas çeliği ile yontulup inceltiliyor. Fırıl-fırıl dönen zilin üzerinde gramofon plâğı gibi ince çizgiler hâsıl oluyor. Bu çizgilerde de hayli karışık iş var. Mikael Usta arada bir duruyor. Yarım metre çapındaki zili tezgâhtan çıkarıp işaret parmağıyla bir fiske konduruyor. Sonra kulağına yapıştırıyor. Ben de dinliyorum. “Vınnnn!” diye bitmeyen süreli bir ses çıkıyor. Rezonansa çok fazla ve devamlı… Hani fağfur kâseye vurup:

“Bir dokun bin ah dinle kasei fağfurdan”

Derler ya? İşte tıpkı öyle… Zillerin kerameti sadece rezonans fazlalığı, tantaniyet değil… Bu zillerde, Garp medeniyetinin beceremediği öyle tatlı, öyle içli, öyle manalı bir ses verme hassası bulunurmuş ki erbabı bu sese vurulurmuş. Hani İstinye’nin bülbülü, Çengelköy’ün hıyarı, Langa’nın marulu, Çamlıca’nın kirazı, Sanyet’in suları, Emirgân’ın çayı, Silivri’nin yoğurdu, Arnavutköy’ün çileği… gibi!

Mikael Usta’nın anlattığına göre, bu işin daha birçok incelikleri var. Suya dökülmüş maden sonra odunla yanan ocakta tavlanırmış. Haddeden geçirildikten sonra suya sokunca yumuşarmış, işte bu sertleşme ve yumuşatma işleri de önemliymiş. Eskiden haddeden geçirtip inceltme, yayma işini 24 tulumbacı yaparmış! 24 balyoz sırasıyla iner, bir tek zili tam 24 kişi inceltirmiş! Bu sırada köşlü “Yangın vaaar!” diye nârayı bastı mı, yandınız? İşi hepsi bırakır, yangın söndürmeye, su tulumbalarının bulunduğu mahalle kovuşuna koşarlarmış? Zilciyanlardan biri, zamanlar bu tulumbacıların işi bırakmalarından (o zaman lock-out yokmuş, zâhir) bizâr olmuş, bıkmış. Yangınlar da hani pek bolmuş! Kerope Zilciyan gaz motörüyle işleyen bir hadde makinası koyunca, Bizi işimizden ettin, frenk icadı bizi aç bırakacak!” diyen tulumbacılar tarafından bıçakla yaralanmış…

Torna makinasını da eskiden bostan beygirleri çevirirmiş: Elektrik, motor dünyada yokken… Daha çeşitli usuller varmış. Şimdi modern makinaları olmasına rağmen iskemlede oturup bakırcı örsünde daire şeklindeki pirinç levhaları elle döven işçileri gösterdim. Mikael Usta:

—“El sanatı girmeden bu iş olmaz! Avrupa yüzlerce tonluk preslerle bu işi yapamıyor. Zilin her noktasını el ile dövmek, işlemek, pişirmek gerekir, ilk dövmeyi otomatik çekiçle yapıyoruz. İkinci ve ince dövmeyi el ile yapmak şarttır,” diyor.

Vahe ve Mikael Kardeşler tam 100 çeşit silbam=zil yapıyorlar. Bunlar, genişlik, kalınlık ve ses kalitesi bakımından ayrılıyor. Meselâ. 150 kişilik orkestranın zilleri ile bir caz orkestrasının zilleri birbirinden çok farklı… Ayda 220 çift zil yapmayı Amerika’daki mümessillerine taahhüt etmişler. Bu taahhüdü yerine getirdikten başka dünyanın diğer yerlerine de en az 200 çift yolluyorlar. Ayda 800-1000 çift zil ihraç etmemiz bize hayli büyük döviz temin ediyor. İşte size bir döviz membaı daha! Eğer tevzi büroları Zilciyanlara bol-bol kalay ve bakır verseler kazandığımız döviz iki misline çıkacak… Yani yüzde yüz artacak.

Mikael Zilciyan Avrupa gezisinden yeni dönmüş.

— “Her gittiğim otelde, gazinoda beni kral gibi karşıladılar. Ziyafetler çektiler, tebrik ettiler, şerefime şampanyalar açıldı, nutuklar çekildi. Stradivarius kemanlarının yapıcısı hayatta olsaydı, ancak bu kadar ağırlanabilirdi. Benim imzamı ve eski, yeni yazımızla basılmış damgamızı, ay-yıldızlı firmamızı taşıyan zillerini gösterip iftihar ettiklerini söylediler. Bu kadar kıymetli bir enstrümana sahip oldukları için nasıl sevindiklerini bir görseniz? Dedelerimiz de silindir şapka ve şalvar ile gidermiş Avrupa’ya. Aynı şekilde karşılanırlarmış. Avustralya’dan bile sipariş alırız. Dizzy Gilespie, Dave Brubeck ve İstanbul’a gelen bütün müzisyenlerle görüştüm. Ama kalay bulamıyoruz?”

Zilleri tetkik için elimize alınca parmaklarımızın izleri kalmıştı. Pirinç madeni üzerinde parmak izi kalır mı? Demeyin! Mikael Usta o kadar titiz ki:

— “Aman diyor, sesini bozar. Ufacık bir yağ lekesi koca zili öldürür!

Hemen siliyor ve ufak hücresinin rafına kaldırıyor. Bu kadar ince dikkat ve sanatına karşı sonsuz aşkı olmasa bu şöhreti de olur mu? Dünyayı kaplayan bir şöhret ve servet… Şimdi, bir orkestranın müzik âletlerini tetkike fırsat bulursanız baterilerin, davulların üzerindeki veya bir kenara bırakılmış zillerin dış kenarlarına yakın yerlerine bakın: Eski ve yeni harflerimizle ayrı – ayrı oyulmuş “Zildcian” yazısını ve ay-yıldızı görürseniz zilin alt tarafını çevirip göbekte kubbenin içine Çin mürekkebi ile atılmış imzayı da buldunuz mu, sahibinin bir Stradivarius kemanına malikmiş gibi sevinç ve iftihar duyguları içinde mesleğini icra ettiğine emin olabilirsiniz.

Paylaş

CEVAP VER