III. SELİM’İN SARAYINDA BİR AŞK MACERASI

0
1377
Scanned by Scan2Net

Üçüncü Selim, tarihin eşsiz simalarından biridir. Saltanatın bütün kudretini kendi zevki için seferber eder, gece gündüz haşmetli ve debdebeli eğlenceler tertip ederdi. Avrupalı bir mimara, kızı Hatice Sultan için yaptırdığı meşhur saray bile, kendi eğlenceleri, kendi zevki içindi. Zaman zaman oraya gelir, günlerce zevk sürerdi ve eğlenceleri için hiçbir şey esirgemezdi. Şark musikisine ve raksına delice düşsün olan padişah, garp dansını ilk benimseyen ve seven yegâne simadır da. Fakat o, onun da zevki ve eğlencesi için sevmişti. Bir gün, kızı Hatice Sultanın sarayında kafes arkasından iki sefir kızını fenalıklar geçirerek seyretmişti. Üçüncü Selim, kızların geleceğini bildiği için salonun bir köşesinde gizlenmiş, onların şuh, şakrak cıvıldaşmalarım seyretmişti. Fransız sefirinin kızı Amurö bir aralık erganun çalmış, sonra dans etmişlerdi. Mütenasip ve mevzun vücutların kıvrılışını nefes almadan kendini kaybederek seyreden hünkâr, fazla tahammül edememiş, şahane memnuniyet ve mahzuziyetini iblâğdan kendini alamamıştı. Sefir kızları bu hiç beklenmeyen vazıyetten evvelâ şaşalamışlar, Padişahın kendilerini seyretmelerinin imkânsız olduğunu söylemişlerdi. Fakat sonra Osmanlı Padişahının iltifatlarına mazhar olmaktan duydukları memnuniyeti saklayamamışlardı.

Devrinde bir musiki zevki yaratan Üçüncü Selim’in debdebeyi ne derece sevdiğine küçük bir misal vermek için, onun Topkapı sarayından şöyle bir deniz tenezzühüne çıkışım görmek kâfi idi. Bu tenezzühü birkaç satırla canlandırmağa çalışalım:

Yüz elli iç oğlanının bindiği altı muazzam sandal Boğaziçi sularını yarıp yol açıyor. Bunların sağında ve solunda Haseki ağalarının bindikleri sandallar var. Hasekiler ayakta duruyor ve ellerindeki değneklerle etrafta dolaşan hususî kayıklara emirler veriyor. Yüksek sesle Padişahın geldiğini ilân ediyorlar. İç oğlanlarının sandallarını takip eden sarık sandalında Padişahın sarığım taşıyan bir memur vardır. Memur, mücevherlerle işlenmiş bir şala sarılı olan sarığı hafifçe sağa, sola meylettirmektedir. Bu, padişah kavuğunun halka iltifatı demektir ve halk bu iltifatın ölçüsüz sevinci ile çırpınıyor. Daha arkada, sütunları som gümüşten, saçakları inci ile işlenmiş kırmızı bir çuha ile örtülü köşkte Üçüncü Selim, ipek şilteler üstüne uzanmış, kavuğunun iltifatlarını ve halkın kavuğuna tapışını azamet ve gurur içinde seyrediyor. Köşkten, yine som gümüş parmaklıklarla ayrılmış bir kısımda veziri âzamelpençe divan duruyor. Fakat alay bu kadar değil ki. Mahmuzunda uçar vaziyetinde bir kırlangıç bulunduğu için “Kırlangıç” denen Padişah kayığının iki yanında saf durmuş bostancılar göze çarpıyor. Ortalarında baş çuhadarlar, Padişahın ata bineceği vakit ayak basacağı iskemleyi hürmet ve tazim ile taşıyorlar. Hünkârın ayni derece mükellef ve dönüşte bineceği ikinci kayığında kılıcını taşıyan Silâhdar ağa, yanında haremağalarının kayıkları var. Alay Sarayburnundan hareket eder etmez, Kızkulesinden toplar atılarak Padişahın tenezzühe çıktığı ilân edilir ve Kulenin altında bir sıra dizilmiş olan bostancılar, yerlere kapanarak selâmlarlar.

İşte Üçüncü Selimin gönül eğlendirmek için mutat tenezzühlerinde yapılan merasim. Fakat o, en basit eğlenceden bile zevk duyar, kocaman ayıları, küçük köpeklere ısırtarak hoş dakikalar geçirir, ayıların hiddetlerini kahkahalarla seyrederdi. En çok zevk duyduğu oyunlardan biri de Karagözdü. Devrin üstat Karagözcülerini sık sık sarayına davet ederdi.

Yine bir gece, devrin üstadı Kasımpaşalı Hafızın oyununu seyrediyordu. Haliz, o gece “Karagözün Ağalığı” nı oynatacaktı. Mevzu şu idi: Hacivat, pazardan köleler, cariyeler satın almış, Karagözün konağına getirmişti. Karagöz, ağalığını gösterecekti. Perdede oyun devam ediyordu. Karagöz, adını yeni öğrendiği kölelerinden Selimi gür sesle çağırıyordu:

-Selim, Selim, ulan Selim..

Seyirciler arasından tok bir ses cevap verdi:

-Lebbeyk…

Bu, Padişahın sesi idi. Bir lâtife olsun diye cevap vermişti. Fakat Padişahın isminin de Selim olduğunu evvelce düşünemeyen Kasımpaşalı Hafız, düştüğü gafleti anlamıştı. İşin artık tamir edilir tarafı da kalmamıştı. Fakat boynu satırdan kurtarmak lâzımdı. Soğukkanlılığını muhafaza etmeğe çalışarak oyun icabı konuşuyor gibi Hacivata şunları söyletmişti:

-Ey Karagöz, huzuru şahanede bir sürçü lisan ettin ki, fimaba’d ne tamiri, ne de affı kabildir. Şevketmaap efendimiz sana ruhsat buyurdular. Artık tövbekar olup hacca gideceksin. Haydi bakalım.

Hafız, böyle diyerek sözünü bitirdi ve “Puf” diye perdenin arkasındaki mumu söndürdü.

Padişah, san’atkârın darıldığını anlamıştı

-Hafız, dedi, vallahi gücenmedim. Muradım lâtife idi. Kesme, oyuna devam eyle.

Fakat Hafız, bunu san’atının bir kusuru olarak telâkki ediyordu. “Bende bu gaflet varken nasıl hayali olurum” diyordu. Bir daha perdeye çıkmadı ve dediği gibi yaptı. Hacca gitti ve son nefesine kadar orada yaşadı.

San’ata bu derece meftun ve san’atkârı bu derece takdir eden Üçüncü Selimin saltanat tarihinde bir eşine daha rastlanmayan bir vak’asını daha anlatayım :

Üçüncü Selimin musikiye çok düşkün olduğunu söylemiştik. Zamanının en güzide musiki üstatları sarayında toplanmıştı. Altmış kişilik bir heye’et, Padişaha her emrettiği vakit saatlerce süren musiki ziyafetleri verirdi. Sarayda ayrıca bir musiki meşkhanesi vardı ki, burada en güzel vücutlu ve en güzel sesli cariyeler ders görürlerdi. Üstat musikişinaslar, meşkhanenin muallimi idiler ve muallimlerin en gözdesi savt muallimi Sadullah ağa idi. Sadullah ağa, san’atkâr ruhlu ve cidden üstattı. Üçüncü Selimin yalnız itimadını değil, çok üstün bir muhabbetini de kazanmıştı. Onun için gece gündüz cıvıldaşan cariyelerin arasında serbest serbest dolaşırdı. Fakat taşıdığı coşkun ruh, ihtiyar Sadullah ağayı en güzel sesli ve en güze vücutlu bir cariyeye bendetti. Günlerce ve günlerce çırpındırdı. Ve bir gün tahammül edilemez bir hal aldı. Genç cariye de hocasının temayülünü sezmiş, içten içe yanıp tutuşmaya başlamıştı. İki ateşli ruh, gönülleri musikinin sihirli nağmeleri ile alev alev tutuştuğu bir mayıs akşamı, dersten sonra sarayın loş odalarından kendilerini mehtaplı bahçenin bir köşesine attılar. Hoca ile talebe her şeyi, ölüm korkusunu, didik didik parçalanmayı bile unutarak tatlı aşk saatleri yaşadılar.

Sadullah ağa, sevgilisinin kolları arasından bıraktığı vakit, işlediği suçun azametini anlamıştı. Fakat aşkı için ölmeyi esasen göze almış bulunuyordu. İç bir kurtuluş yolunun mevcut olmadığını da hatta, gizli maceranın bir gün meydana çıkacağını da biliyordu. Korktuğu pek çabuk başına geldi. Nedimler, iki sevdalının telakilerini görmüş, Padişaha haber vermişlerdi. Üçüncü Selim, çok sevdiği cariyesini ayartan ve emniyetini küstahça suistimal eden Sadullah ağaya cezasını vermekte gecikmedi:

-Yakalayın haini, götürün. Diye bağırdı. Ardından da idam iradesini imzaladı.

Büyük san’atkar zindana atılırken cellada da hazır olması için haber gönderiliyordu. Bu hadise sarayı alt üst etmişti. Sadullah ağanın cesaretine herkes şaşıyordu. Fakat idam iradesini de aşıkın suçu ile mütenasip görmeyenler vardı. Çünkü Sadullah ağa, Padişahın hemdemi, mahremi, canı kadar sevdiği yakını idi. Onsun musiki alemleri yapılmasına imkan yoktu. Bunu bilenler celladın önüne geçtiler. Büyük san’atkarları bir müddet zindan köşelerinde oturmayı ve hünkarın nadim olacağı bir an, affettirmeyi düşündüler. Sadullah ağa ise, zindana girdiği dakika, ölümün soğuk nefeslerini derisinde duymuştu. Fakat sevgilisinin içini yakan tatlı nefesi kendine ölümden yakındı. Onun için mes’uttu. Kağıt kalem istedi ve ölümden aşkının alemlerini, neş’esini terennüm eden beyati urbandan bir fasıl yaptı.

Üçüncü Selim, Sadullah ağayı unutmuş, yahut unutmuş görünüyor, yine musiki alemleri tertip ediyordu. Bir gece bir çok şaheser parçalar çalındıktan sonra Sadullah ağanın zindanda bestelediği beyatî urban faslına geçildi. Üçüncü Selimin hassas kulakları, ilk defa duyduğu bu parçanın yeni bir eser olduğunu anlamıştı. Kimin olduğunu sordu.

Bu fırsatı bekleyenler:

-Sadullah kulunuzundur, dediler. Katline tekaddüm eden günlerde telif etmiş, huzuru şahanenize arza fırsatyap olamamışlardı.

Selim derhal değişmişti. Nağmeleri ile ruhunu mest eden bu parçanın yaratıcısını vahşice idam ettirdiği için nedametini açığa vurmuş, gözleri dolu dolu Sadullah ağanın üstatlığından, meziyetlerinden kendini unutarak bahsetmeğe başlamıştı. San’atkârı kurtarmak için bundan iyi bir fırsat bulunamazdı. Padişaha, onu henüz idam etmediklerini söylediler ve meclis, bir ölüm sükûtuna daldı. Şevketlu ve kudretlu Padişahın emrini ihmal etmeğe cesaret etmenin de cezasını vereceğini bekleyenler korku ile gözlerini yüzüne diktiler. Fakat öyle olmadı. Üçüncü Selimin, ıstırapla titreyen yüz çizgileri beklenmeyen haberin verdiği derin bir inşirahla gerilmişti.

-Çabuk, dedi onu yanıma getirin.

Günlerdir ölüm bekleyen âşık üstat, pejmürde bir kıyafetle Padişahın huzuruna çıkarıldı. Selim, bir taraftan da hücresinde çırpınıp duran sevgili cariyesini getirtmişti, iki âşıkın kalplerini tutuşturan sevgiyi, alev alev yanan bakışlarında derin bir haz içinde seyrettikten sonra:

-Şimdi, dedi sizin için büyük bir düğün hazırlayacağız.

Selim, cariyesi ile hocayı evlendirmişti.

Yazan: NİYAZİ AHMET

Paylaş

CEVAP VER