BORAZAN TEVFİK KİMDİ? VE İSTANBUL’U SENELERCE NASIL GÜLDÜRDÜ (1934)

0
2338

Yazan: Münir SÜLEYMAN

BORAZAN Tevfik kimdir?

Şimdiki gençlik pek iyi bilmez.

Benim gibi kırk kışın karları başına yağmış olanlar; onu çok iyi bilir, hikâye, fıkra ve monologlarını büyük bir lezzetle dinleyip zevkiyap oldukları için, Borazanı bir nükte halikı olmak üzere tanır ve hatırasına hürmet ederler.

Tevfik bir İstanbul çocuğudur. Babası Hacı Ahmet isminde Hintli bir muhacirdir.

Ganj’ın esrarlı kıyılarından kardeşlerde birlikte gurbete çıkan Hacı Ahmet, ilk molayı Mısırda vermişti.

Orada ne yaptı?

Hayatını nasıl kazandı?

Nerelere gitti?

Bunlar bizim bilmediğimiz esrarlı, ihtilâçlı bir serencamdır.

Bundan sonra, Hacı Ahmed’i, esatir devirlerinin şeffaf hayallerinden, büyü ve mucize âlemlerinin korkulu vekokulu havasından gıda alan Nil kenarında değil, İstanbul’da, Kasımpaşa kıyılarında görüyoruz.

Hacı Ahmet burada evleniyor.

Mahcup bir İstanbul kızının beyaz duvağını esmer ellerde açıyor.

İşte Tevfik bu izdivacın mahsulüdür.

Borazan, yedi sekiz yaşında o yaştaki her çocuk gibidir.

Yaramazdır.

Her akşam evine yüzü, gözü kan ve çamur içinde gelir.

10 – 12 yaşlarında usludur, yaramaz, haşarı değildir. Mescidin avlusunda etrafına topladığı mahalle kızlarına, arkadaşlarına yoğurtçunun, eşekle sirke satan Karamanlı Bodos’un taklitlerini yapmakla meşguldür.

Taklitçiliği, yalnız kendi mahallesinde değil, bütün Kasımpaşa ve civarında şöhret kazanmasına vesile olmuştu. Onu tıpkı büyük bir adam gibi mahalle ve civarda yapılan sünnet düğünlerine davet ediyorlar, taklit yapması için ricada bulunuyorlardı. Bu davetlere icabet eden Tevfik, mahalle ihtiyarlarının, hacı ninelerin, şunun bunun, ötekinin berikinin taklitlerini yapıyor, dinleyenleri katılmaya kadar güldürüyordu.

Borazan Tevfik’in taklit yaparken alınmış bir resmi.

Tevfik’in çok yakın akrabasından Karadeniz vapurunun kıymetli süvarisi Hüsnü Bey diyor ki:

“Tevfik daha sekiz, on yaşında iken hazırcevaplığı ile nazarı dikkati celp etmiş, bütün Kasımpaşa’da alâka uyandırmıştı. O yaşta taklit yapar, nükteli sözler söylerdi. Mahallenin büyükleri, Bahriye Nezareti erkân ve zabıtanı, onun küçüklüğüne bakmazlar, “yanlarına çağırır, sohbet ederler, taklitlerine, ortaya atıverdiği mazmunlara hayran olurlardı.

Şurası muhakkaktır ki, Tevfik sanatkâr olarak doğmuştur. Kimseden ne bir ders almış ne bir şey öğrenmiştir.”

Borazan Tevfik kuvvetli bir tahsil yapmamıştır. Fakat yaradılış itibariyle zeki, hafızası çok kuvvetli idi. İlk ve son tahsilini Sübyan mektebinde yapan Tevfik, oradan, (Bahriye silâh endaz taburu) nun itfaiye kısmına geçti.

Tevfik kıvırcık saçlı, pembe yuvarlak yüzlü, eskilerin “levent endam” tabir ettikleri boyda kıvır kıvır gözlü bir delikanlı idi.

Kumandan Mehmet Bey -sonradan paşa olan Bahriye Kumandanı meşhur Mehmet pasa – Selâmlık alayına giderken, Tevfik’i arabasının önüne geçirir, Borazan, borusunu öttüre öttüre Beyoğlundan heybet ve vakarla yürürdü Onun üflediği boru Beyoğlu caddesini çın çın öttürürdü.

Tevfik bahriye borazan çavuşu iken

İşte Tevfik’in borazanlık şöhreti buradan kalmıştır.

Babam diyor ki:

—“Tevfik çok güzeldi. Beyoğlu halkı o zaman şöhreti dillerde dolaşan Bahriye itfaiye alayını seyretmek ve bandosunu dinlemek için değil, yalnız Borazan Tevfik’i görmek için iki sıra caddeye dizilirlerdi ve kadın seyirciler erkeklerden çoktu!”

Bazılarının zannettiği gibi, Borazan çok rakı içmezdi, ayyaş bir adam değildi. Yalnız çok sevdiği dostları ile birkaç kadeh yuvarlamaktan, eğlence âlemlerinde bulunmaktan mahzuz olurdu.

Dostları içinde üstat Ahmet Rasim, İstanbul’un zarif, (İspritüel) nükte halliklerinden Muhsin, Şûrayı devlet Tanzimat dairesi reisi Ali Beyin oğlu Süleyman, Hacı Bekir zade Ali Muhittin beylerle, değerli sanatkâr Raşit Rıza en ön safta gelenlerdendir.

Borazan Tevfik, Meşrutiyeti müteakip tekaüt oldu. Son rütbesi yüzbaşılıktı. Köprünün Galata tarafında, Mehmet Ali Paşa hanı kapısının avlusuna uzun peykeler koyarak kundura boyacılığı yapa Tevfik, ölünceye kadar çalışmakla, müsamereler tertip etmekle hayatını kazanmıştır. Bir aralık ayrancılık da yaptı.

Tevfik, çok merhametli ve içli bir adamdı. Ufak ve ehemmiyetsiz bir şeyden müteessir olurdu. Fıkaraya yardım etmekten zevk duyardı. Bazı düşkünlere her ay harçlık verir, yardımlarını pek gizli yapardı.

Parası olmayan ailelerin cenazelerini kaldırır, masraflarını cebinden verirdi.

Borazanda şeker hastalığı vardı. Bu sırada bir de şirpençe çıkardı. Seker azami dereceyi bulduğu halde kendisine ameliyat yapıldı, öldü. Adaşı Neyzen’in dediği gibi o da hazakate kurban gitti. Kasımpaşa’da Kulaksızdaki Evliyalar türbesinde metfundur.

Anacığı ile koyun koyuna yatan bu biricik sanatkârımızın, mezarının başında bir dikili taş bile yoktur. Belki de, şimdi mezarı dümdüz bir topraktan ibaret kalmış, büsbütün kaybolmuştur.

***

Borazan Tevfik’in sanat tarihimizde ve bilhassa espri sahasında çok mühim bir mevkii olduğu halde çok unutulmuştur. Bugünün tanınmış bazı sanatkârları ile muasır olduğu halde, onu sanat hududunun içine sokmak istemeyenler oldu. Hâlbuki bu sahada onun ötekiler gibi yaldızlı değil, fakat onlarınkilerden daha çok köklü bir yeri vardır.

Onun fıkralarında, monologlarında her adam kendi lehçesi, kendi şivesiyle konuşur. Tevfik, bütün eserlerinde bin bir parçalı bir bohçaya benzeyen İstanbul’un muhtelif köşelerini, mahalle hayatını, karı koca kavgalarını, hovarda baskınlarını, sürmeli gözlü, boyalı dudaklı çapkın ve işvebaz alüfteleri, balıkçı rumun, kuyumcu ermeninin tuhaflıklarını, Kayserili Avramidi’nin cinaslarını muhtelif milletlerin muhtelif şivelerini bir sinema sadakati ile canlandırır.

Zevkle dinlediğimiz, inceliğine hayran olduğumuz hikâyeleri, monologları hep kendi eseridir. Onun sahnede, bir dost ziyafetinde, samimî bir arkadaş sofrasında söylediği hikâye ve fıkraları bir muharririn, nüktedan bir yazıcının kaleminden çıkmış değildir. Binbir espri ile mahmul olan eserlerini hep kendi yaratmıştır.

Bunların içinde günü gününe her tarafta şayi olanlar ve halkın ağzında dolaşanlar pek çoktur. Hikâyelerinin, fıkralarının, monologlarının arasında, umumi harbe, bilhassa Mütarekenin kanlı ve uğursuz günlerine ait olanlar, o siyah günlerin, mizah ve nükte sahasındaki şaheserleridir ve bu ibdaları ile Borazan memleketin felâketine, ıstıraplarına acı acı gülerek, güldürerek ağlamış ve ağlatmıştır.

Borazan Tevfik’in taklit hususundaki mahareti, monolog söyleyişindeki sanat ve incelik 40 – 50 sene içinde yetişen sanatkârlarımızdan büsbütün başka idi.

O öyle bir mukallit, öyle bir fıkracı, öyle bir nükteci idi ki birkaç kelime, beş on lafla maziyi bülbül yapardı. Borazan Tevfik söylediği zaman sokaklar tekmil eski evleri ve âdetlerde canlanır, dile gelirdi.

Bekçi babaların sopası, tulumbacıların narası, köşklünün tiz perdeden yükselen feryadı, keten helvacının manileri, mahalle baskınları, imam efendinin istibrası, tiryaki bedevi şeyhinin öksürüğü, haşarı mahalle çocuklarının velvelesi, bayram yerleri, atlıkarıncalar, macuncu Hacı ile dolmacı Nısfışep bacının halleri, umum hanelerdeki ermeni teyzeler, bütün bu karakteristik tipler, bir adamın dilde, yalnız Borazanın söyleyişiyle gözünüzün önünde canlanır.

Memleketimizde Borazan Tevfik ayarında bir sanatkâr, bir espri adamı, bir daha yetişmemiştir. O ne bir tuluat komiği, ne de alelade bir mukallit, bir tekerlemeci idi. Tevfik hakikî bir sanatkâr, değerli bir nükteci idi.

Yeri hâlâ boş duruyor!

***

Borazanın hikâyeleri, fıkraları ve monologları o kadar çoktur ki, onları küçük bir makaleye sıkıştırmak, imkân haricindedir.

Bunun için en güzellerinden birkaç fıkrasını yazmakla iktifa edeceğim:

Borazan Haydarpaşa’dan geliyormuş. Vapurda yanında oturan iki kişi, yüksek sesle gazete okuyorlarmış:            Okunan satırlar arasında sık sık (parlmantarizm) kelimesi geçiyormuş.. Merak etmiş, ilk rast geldiği gün Ahmet Rasim’e sormuş:

—Gazete okuyorlardı kulağıma çalındı. Bu nedir, ne demektir?

Ahmet Rasim kâfi derecede izahat vermiş, onun anlayacağı bir lisanla manasını izah etmiş ve nihayet:

—Bugün bizde de Parlmantarizm usulü ile idare edilen bir hükümet var! demiş.

—İyi ama, ben doğru söyliyemiyorum. (Parl) i bırakıp yalnız (mantarizm) desem daha iyi olmaz mı? Galiba bugünkü hükümetin haline de uygun. Mantarizmle idare olunmuyor muyuz?

***

Abdülhamid’in baş musahibi Cevher ağa (31 mart vakasını müteakip asılmıştır) Borazanın şöhretini duymuş, dinlemek istemiş, çağırtmış.

Borazan, ağanın karşısında “el pençe divan”, emir beklermiş, nihayet ağa:

—Haydi, ne duruyorsun, yapsana! demiş.

—Emrediniz, ne taklidi yapayım!

Ağa düşünmeden:

—Pire!, demiş.

Pirenin de taklidi olur mu?

Çaresiz, kötü akıbetlerle karşılaşmak var. Ağa kızarsa adamı Fizanlara kadar sürdürür.

Sermusahip bu, boru mu!

Tevfik hiç istifini bozmadan:

—Pıııttt! demiş, ve der demez de durduğu yerden karşı tarafa zıplamış!

Sermusahip basmış kahkahayı!

Tevfik bunu anlatırken derdi ki:

—Hayvan taklidi istemesinin arkası gelecek diye ödüm koptu. Ağaya fırsat vermemek için başka taklitlere başladım. Ya “Karınca taklidi yap” deseydi ne yapardım.

***

Tevfik Erenköyünden geliyordu. Canı sigara içmek istemişti. Bulunduğu kompartimanda ermeni sarraflarından meşhur Hacı Bey de vardı.

Hacı bey nüktedan, zarif, hoş sohbet bir adamdı. Borazan sigarasını yakmak için Hacı Beyden müsaade istedi. Fakat o:

—Bir kutu kibrit alacak on paran yok mu? dedi.

Hacı bey bu sözü Borazanı kızdırmak, bir nükte savurtmak için söylemişti.

Tevfik Hacı beyin bu Kitabı karşısında hemen cebinden bir on paralık çıkardı. Güzel mazmun meraklısı sarrafa uzatarak:

—Sen de varsa ver! dedi.

Beyoğlu’nda, (Papi)nin bakkal dükkânında çakıyorlarmış. Mecliste Borazan da varmış. Şûrayı devlet muavinlerinden İbrahim Bey:

—Bugünlerde çok rüya görüyorum ama iyice seçemiyorum! demiş.

Kamalı namile maruf Ziya bey:

—Sarhoşluktan olacak! Fitil gibi yatıyorsun, elbette rüyayı seçemezsin! demiş.

İbrahim Bey Borazana sormuş:

—Sen bu işe ne dersin?

Borazan:

—Gece yatarken, demiş, gözlük tak!

Münir Süleyman (1934)

Paylaş

CEVAP VER