ESKİ KAHVEHANELER

0
2446
Scanned Document

TÜRKIYEDE ON YEDİNCİ ASRIN BAŞINDA AÇILAN KAHVELER, CEMİYETİN HAYATINI BİRDENBİRE DEĞİŞTİRMİŞTİ. O ZAMANA KADAR EVDE OTURUP CUMBADAN SOKAĞI SEYREDENLER, ŞİMDİ KAHVELERDE TOPLANIYOR VE KÂTİP ÇELEBİNİN ANLATTIĞI GİBİ, GÖZÜ GÖNLÜ GANİ OLDUKTAN SONRA KUDRETİ YETTİĞİ KADAR PARA VERİP ÇIKIYORDU.

Gönül ne kahve ister ne kahvehane

Gönül ahbap ister kahve bahane.

Eskiden yaşlı başlı erkeklerimiz evin ve kadın sohbetlerinin yeknesaklığından kaçarak, ahbap bulmak, erkekçe konuşmak ve günlük mevzuların dedikodusunu yapmak üzere geceleri kahveye çıkmayı esaslı bir anane haline getirmişlerdi. Hoş, bunu yalnız yaşlı başlılar yapmaz, daha genç olanlar da kendi hemsinleri ile buluştukları kahveye çıkarlardı. Evet kahve ve kahvehane ahbap bulmaya güzel bir bahane idi. Eski İçtimaî şartlar dâhilinde elbette bu bir zaruretti. Çünkü evde soyunup dökünüp cumbadan sokakta gelip geçenleri seyretmekten başka yapacak iş yoktu.

Namık Kemal’in “biri mavi, biri havaî iki siyah belâyi ihtiyaç” diye vasfettiği kahve ve tütün memleketimize bu sıra ile birbiri arkasından gelmiş ve İstanbulda ilk kahvehane onyedinci asrın başlangıcında açılmıştır. Kâtip Çelebi’nin “Cihannüma” da verdiği malûmatı okuyalım:

“Kahvenin iptidai zuhuru sene dokuz yüz altmış ikide (M. 1554) vilâyeti Rumda ve İstanbulda kahvehaneler peyda oldu. Tahtelkale kurbünde Şamdan bir şamî gelip bir kahve açıp ekser danişmendan ve kuzzat ve ehli keyf olan zürefa ve bazı müderrisin ve ehli dil dervişan cemiyet edip ve ol zaman halkın gönlü gözü gani olmağla kalkıp gittikleri vakit keyfemettafak herkes kudreti yettiği kadar akçe verip giderlerdi.”

İlk kahvelerin şekilleri hakkında malûmatımız yoksa da onsekizinci ve ondokuzuncu asırlardakilerin, resimlerde gördüğümüz veçhile yapılışları cidden çok cazipmiş. Türk zevkinin güzel birer nümunesi olan bu kahvelerin sıcak ve ruh çekici havasına alışanları mazur görmezsek ayıp. Bittabi bugünküler gibi hüviyetini kaybetmiş ve birer tavla veya iskanbilhane şeklini almış olanların boğucu havasına alışanları kastetmiyor, çünkü onların göze çarpacak cazip bir taraflarını göremiyoruz.

Resimlerini gördüğümüz bu kahvehanelerin ne isimlerini, ne de ikisi müstesna, hakikî semtlerini biliyoruz.

İsmi bize kadar gelen hemen hemen yegâne kahvehane “Sarafim”in kahvehanesi; daha doğrusu, bizde ilk defa olarak yevmi ve mevkut matbuatı müşterilerinin istifadesine arz ettiğinden, kıraathanesidir. O da bir kahvehane olsaydı ismi belki bize kadar da gelmezdi.

Sarafim müşterilerine yalnız gazete ve mecmua okumak imkânını vermekle kalmamış, kıraathanesini müellif ve tabilere de eserlerini satmak üzere bir satış merkezi haline getirmiştir. Hatta bir müddet sonra da İşi gazetelere abone yazmaya ve gazetelerin sevk işleriyle uğraşmaya, kadar götürmüştür. Sarafim naşirlik de etmiştir. Üstlerinde: “Devleti Aliye-i Osmaniyede kıraathane mucidi ve memaliki Mahrusei şahane umum matbuat merkezi Okçular başında vaki Kıraathane-i Osmani müdürü Sarafim” kaydına rasgelinen birçok neşriyat vardır.

Kahve, şarap gibi bizim eski şairlerimize daima sevimli bir mevzu teşkil etmiştir. Medreseler kahve haram mıdır, helâl mıdır meselesini münakaşa edip dururken şairler boş durmadan, meselâ Beliği onun vasfına tam bir gazel yazmış:

     Kahvenin badi gülgün gibi yoktur

                                                       ânı

   Isıcaktır o kara yüzlünün ama kanı

     Misli numendi mi var müşteri kız-

                                               dırmakta

  Isıcak yüz görücek her kişi ister anı

  Puhtedir bade gibi küpte iken ham

                                                      değil

      Şeyh ve şabın ana bir pare ısındı

                                                    canı

    Mısrü Şamü Halebi gezdi gelicek

                                                 Ruma

  Ayağın aldı şarabın o cihan fettanı

     Söyle ol rusiyehin bana ne keyfi-

                                              yeti var

Ey “Beliği” akıtır ayağına yaranı

Sabit de ona peyrev olarak:

Kadehi rıtlı giran mertebesi keyif

                                               verir

    Kahve aşama ağır kahve ile bir

                                            fincan

demiş.

Halk şairleri bir “Dâsitanı Kahve” tertip etmişler:

Eski kahvelerimizin en büyük hususiyetini haiz köşelerinden biri, kahve ocağıdır. Resimde ocak başında kahve pişiren kahveci ile müşterisi gösterilmiştir.

Hak Taalâ başka vermiş lezzeti kah-

                                              ve sana

  Ehli diller çok ederler rağbeti kah-

                                              ve sana

   Sende birkaç madde vardır içene

                                            verir safa

Gam kasavet kalmaz asla kim içer-

                                          se daima

    Hazmi taam etmek için seni hal-

                                      ketmiş Huda

Eylerim ben canü dilden izzeti kah-

                                              ve sana

İçerim ben terkedemem seni asla

                                           bir zaman

Olmasaydın çekeridim hasreti kah-

                                              ve sana

Daha rind olanlar:

Ehli keyfe kahve verse tazeler

Ehli keyfin keyfini yelpazeler

demişler.

Kahve için bilmeceler de yapılmış:

Ol nedir kim bir güzel esmer civan

Rahatı ruhu hayat efzayı can

Anın için meyledip erbabı dil

İşünüş eyler anınla her zaman

Bugün yalnız kahvehane yapılmakta. Hem birbiri arkasından, birbirinden daha çirkin olarak… Ümit edelim ki, müdavimler daha cazip eğlenceler bulsun ve hayatın bütün gündeliğini ortaya koyan, geceliğinin iptidailiğini gösteren bu kahvehanelerden kurtulsun.

Selim Nüzhet

Paylaş

CEVAP VER