Selim Cavit Yazman (Renk, 1958)
Dünyanın en maruf Hristiyan din mektebi olan Ruhban Okulu 114 senedir (1958’e göre) papaz ihraç eden bir imalâthane olarak hiç aksamadan bugüne kadar çalışmaktadır. Athenagoras da bu mektepten mezun.
HEYBELİADA’da Ümit Tepesinde üç katlı şahane bir şato vardır. Adanın en yüksek bir noktasında kurulu bu şato, ta uzaklardan bütün haşmetiyle görünür.
Siyah şapkalı, siyah sakallı, siyah cübbeli, dumanı üstünde genç papazları yetiştirip yetiştirip dünyanın her yanına sevk eden meşhur Ruhban Okulu ve Kilisesi işte bu şatonun içindedir. Yalnız adanın değil, İstanbul’un bile belki de en güzel binalarından biri olduğu Söylenen bu şatonun ufkunda ve içinde dolaşan esrar herkesin merakını haklı olarak üzerine celp etmektedir.
Hakkında şu veya be sebeple söylenen ve yazılanlar bu esrar perdesini çözecek yerde büsbütün kalınlaştırmakta, içine kolay kolay nüfuz edilemez bir muamma haline getirmektedir.
Heybeliada Ruhban Okulu, dünyada mevcut bulunan Hristiyan Ortodoksların en büyük müesseselerinden biridir. Burada yetişenler Hristiyan âleminde hususi bir alaka ve mevkie sahip bulunmaktadır. Kendi ölçülerince de pek mühim vazifeler deruhte etmektedirler. Bir asrı mütecaviz bir zamandan beri aksatmadan papaz ihraç eden bu imalathanenin nasıl çalıştığını öğrenmek ister misiniz, o halde beni lütfen takip ediniz!
***
Arabamız Refah Şehitleri caddesinden asfaltı tırmandıktan sonra Adanın ilkokul binasının karşısındaki yola saptı. Bu yol güzergâhında 5 büyük ve muhteşem kilise ve manastırına mu Kabil, Heybelinin Müslüman halkına kollarını açmış bulunan küçük ve mütevazı camiisini gördüm. O anda içim büyük bir hüzünle doldu. Arabacı Rum olduğu için tek bir şey söylemedim. O kırbacını şaklatarak atları yokuşa sürdü. Döne dolaşa 20 dakika sonra muazzam şatonun demir kapısı önünde durdu. Kapıyı açan adama maksadımı ve ziyareti yapmak için telefonla müdürden müsaade almış olduğumu söyleyince, önüme düştü, yol gösterdi. Muazzam şatonun evvela alt katında bir odaya alındım. Burada Türkçesi son derece zarif gür sakallı bir talebe oturuyordu. Hademe yanında yer gösterdi, oturdum. Biraz sonra! Yüzünden kan fışkıran sivri sakallı genç bir adam gelerek müdürün yanına beni götüreceğini beyan etti. O muavini imiş. O nunla 15-20 basamak merdiven çıktıktan sonra tülü 100 metreyi tecavüz eden son derece aydınlık bir koridora çıktık, Buradan sola kıvrılarak muhteşem ve mükellef bir odaya girdik. Odada kimse yoktu.
— Buyurun oturun, şimdi gelecek. Diyen muavin aniden kayboluverdi.
O gelinceye kadar odayı tetkik ettim.
Odada şahane möbleler vardı. Büyük kristal bir masanın iki başında maroken koltuklar, arkaları uzun berjerler, eski stil iskemle ve koltuklar, zarif ve nadide sehpalar ve onların üzerinde son derece orijinal sigara tabloları. Duvarları, bütün oda boyunca, içerisinde bin bir çeşit dilli kitaplar bulunan Mücella kütüphanelerle süslü idi. Onlara öyle dalmıştım ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bir vekil odası dahi bu manzara önünde sönük kalıyordu Kapı vurulmasa idi, onun geldiğini anlayamayacaktım. Üç beş adımda yanıma geldi ve elini uzatarak kendisini takdim etti:
— Ben okul müdürü, Maximos Papanilis.
Mukabele ederken onu tetkik etmeğe koyuldum. Muhatabım iri cüsseli, gürbüz ve sıhhatli idi. Müreffeh bir Hayat yaşadığı besbelliydi. Güzel Türkçe konuşması onunla çabucak anlaşmamızı hazırladı. Vakit kaybetmeden işe giriştim.
***
Ruhban okulu, 1844 yılında kurulmuştur. Yani 114 sene evvel açılmış olan bu mektep, orta Rum okullarından mezun, dünyanın her yerinde bulunan Rum okullarından tavsiyeli çocukları almakta olup, 85 talebesi bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı lisede, bir kısmı da yüksektedir. Lise kısmında; Türkçe, tarih, coğrafya, sosyoloji, edebiyat kompozisyon ve diğer Rum liselerinde olduğu gibi Maarif Vekâletinin Rum liseleri için kabul ettiği müfredat programına göre, askerlik okutulmaktadır. Akademi kısmında ise; mukaddes kitapların kritiği, tefsiri, kilise tarihi, kilise hukuku, felsefi ve Hristiyan ahlak, dogmatik Apolitik, (dinsizlikle mücadele), sembolik, dinler tarihi, otosefal kiliselerin tarihi, liturijik, pimantik, Hristiyan arkeolojisi, ibrani akeolojisi, teoloji ansiklopedisi, ilmi tefsir, psikiyatri, kilise mimari vesaire olmak üzere 25 ders okutulmaktadır. Lise 3, fakülte dört sınıftır. Bu yıl fakülteden tam 21 kişi mezun olmuş, bunlar Amerika, İngiltere, Almanya, İspanya, Mısır, Yugoslavya ve dünyanın muhtelif yerlerine gönderilmektedir. Yunanistan’da; Atina ve Selanik’te birer benzeri olmakla beraber Heybeliada Ruhban Okulu, dünyanın en maruf Hristiyan din mekteplerinden biridir. Kurulalıdan beri mektep, 600’e yakın mezun vermiştir.
Halen mektep müdürü bulunan Maximos Pepanilis bu mektepten mezun olduktan sonra Belçika’da Louvain yüksek felsefe fakültesini bitirmiş, ahlak ve felsefe profesörüdür. Amerika İsveç, İsviçre, Fransa, Belçika, Hollanda, İngiltere ve Almanya da bulunmuş, dünya Hristiyan kongrelerine iştirak etmiş, 38 yaşında bir zattır.
Okulda 17-42 yaş arasında talebe mevcuttur. Okul müdürünce layık görülenlere, her fırsatta mektebin kilisesinde yapılan hususi bir merasimle papaz rütbesi verilmektedir. Bu rütbeyi almak, bir talebe için müthiş bir mazhariyettir. Zira papaz olmak için katlanılacak mahrumiyetler, feda edilecek zevkler sayılamayacak kadar çoktur.
Hemen şunu da ilave edelim ki, buradan mezun olanlar şayet iyi not almışlarsa, en yüksek unvanlara kadar yükselebilirler. Nitekim halen İstanbul Rum Ortodoks Patriği bulunan Athenagoras aynı mektepten mezun olmuştur. Ve bilindiği gibi on yıldır, İstanbul’dadır.
İstanbul Patrikhanesinde Lidos denilen bir heyet mevcuttur 18 metropolitten 12 si bu heyet te azadır. Bunlar patrikle birlikte bir meclis teşkil ederler idari, ahlaki, mali ve kültürel bütün işler bu azalar vasıtasıyla tedvir edilir. Diğer taraftan İstanbul’da Rum patrikhanesine bağlı, bulunan Rum liseleri; Zapyon, loakimyan, Beyoğlu Merkez Kız, Fener ve Zoğrafyan erkek liseleridir. “Bu liselerden mezun olanlar Türk liselerinden mezun olanlarla aynı haklara sahip olup, Türk üniversitelerine imtihansız kabul olunurlar.”
***
Öğle yemeği zili çalmıştı, Mektep müdürüne fazla işgal ettiğimi söyleyerek ayrılmak istedim.
“— Mümkün mü, beraber yiyeceğiz.” dedi.
Pek itiraz etmedim. Biraz sonra mükellef bir sofrada yemeğe başladık, Yanımızda yine aynı mektepten mezun olmuş, kilise tarihi profesörü M. Stavridis ve İstanbul Konservatuarı’ndan mezun müzik öğretmeni M. Nikolaidis vardı. İçinde sardalya ve zeytin garnitürü bulunan domates salatası, beyaz peynir, kuzu pirzolası, hüngar beğendi, makarna ve şeftaliden mürekkep tabldotumuzu yedikten sonra, otururken olduğu gibi, kalkarken de onlar istavroz çıkararak Allah’a şükrettiler. Tabii ben de onlardan bu mevzuda hiçbir zaman geri kalmayacağımı söyleyerek Cenab-ı Hakka hamd-ü sena ettim.
Felsefe ve ahlak profesörü müdür, Maxımos sofra arkadaşlarımızı bırakarak beni hususi odasına götürdü. Orası da mükemmeldi. Büyük pencereler sanki bir binadan değil de yüksek bir tepeden denize açılmıştı. Kısacası; kendimi engin bir denizde seyreden bir transatlantiğin güvertesinde zannediyordum.
Maximos’a “Güya” biraz da havadan sudan görüşelim, diyerek:
— Siz, dedim. Kıbrıs meselesi hakkında acaba ne düşünüyorsunuz?
— Ooo! Ooo!.. diyerek itiraz etti. Ben siyaseti hiç sevmem. Siyasetle ahlak hiç bağdaşamaz.
— Peki, bir siyasi ahlak da mı yoktur?
— Bence en büyük siyaset ahlaktır. Eğer insanlar ahlakı siyasete tercih etselerdi, yeryüzünden de kavga kalkardı. İnsanlar, cemiyetler, milletler o zaman rahat rahat yaşarlardı, insanlığın selameti için de buna ihtiyacımız yok mudur?
Biz zaman zaman kilise adamları dünyanın muhtelif yerlerinde yapılan kongrelere iştirak ederiz. Gayemiz; insanları düştükleri dalaletlerden kurtarmanın çaresini bulmaktır. Her insan bir nevi hastadır. Onu tedavi etmek bizim gibi din adamlarına düşer.
— Peki, ama siz de bir insan değil misiniz?
— Tabii, biz de hasta olan birer insanız. Hastaların hastaları tedavi etmesi kabil midir? Diyeceksiniz. Evet, bu da kabildin Mesele kusuru bilmededir.
— Sayın profesör, insanların din adamlarından dünyanın gidişini öğrenmesini istemesine itiraz eder misiniz?
— Hayır, olabilir!
— şu halde Kıbrıs için düşündüklerinizi söylemeniz lazım gelmez mi? Din adamları her türlü tesirden azade kanaatlerini esirgememeli değil midir?
(Devamı haberdeki görselde.)