En yukarıda sağda: Karınca boynuzu. Solda: üzerinde tura bulunan kıymetli bir büyü kesesi. Ortada sağda: Emine sultanın boynuna taktığı bir tılsım kesesi ve büyülü paralar. Ortadaki resim şeytan tüyü denilen bir büyü maddesidir. Bunun et kısmı bir insan suratına benzemektedir ve hakikî mahiyeti henüz anlaşılamamıştır. En aşağıda iki tarafta: Fatma anaya nispet edilen eller. Ortada padişahlar muahedeleri kendi lehlerine olarak kabul ettirmek için bu mührü kâğıtlara sararak sefirlerinin koltuklarının altına korlarmış.
Yazan: İbrahim Hakkı
Muharririmiz tarihçi İmrahim Hakkı müzede Fatma Ananın eli ile bir karınca boynuzunu tetkik ediyor.
Özlü ve derin tetkiklerde Osmanlı tarihinin karanlık köşelerini aydınlatan tarihçi İbrahim Hakkı bu hafta Topkapı Sarayının en esrarengiz köşesini gezdi ve bir zamanlar imparatorluğu parmaklarının ucunda oynatan büyücülerin esrarını tetkik etti. Bu değerli tetkik yazılarını bu sayfalarda takip edeceksiniz.
TOPKAPI sarayında Fatihin hazinesindeyim. Müze direktörü Tahsin Öz uzun ve yorucu bir araştırmadan sonra hazırladığı (tılsımlar, sihirler) dolabını bana açtı. Kucağında beş asrın sırlarını saklayan Osmanoğullarının sarayına, bu dolaptaki antikalardan daha çok bir şey yakışamazdı. Fatih gibi, Yavuz gibi, Kanunî gibi büyük Türklerin deha ile siyasetle, bilgi ve kılıçla açtıkları dünya kapıları büyü ile üfürükle ellerinde tutmak isteyen mütereddi torunlarının son silâhlarını burada seyretmek tarihten ve müzeden beklenen en büyük bir ibret dersidir.
Topkapı sarayındaki büyücüler arkalarına bu hırkayı geçirerek akla gelmeyen tılsımlar ve büyüler yaparlardı. Bu hırka şimdi Topkapı Sarayı’nın (Tılsımlar, sihirler) dolabındadır.
Burada Kurşuncu Zehra teyzenin leylek tersi yedi dükkân süprüntüsü, Zarbozan, zorbozan şeytantırnağından başka her şey var… Hattâ Fatma anamızın eli ile kamca boynuzu bile…
Camekânın içinde Fatma ananın altı eli vardır. Avuçlarına kufi harflerle tılsımlar yazılan bu eller saraylıların en büyük tılsımı idi. Bunlar bin bir derde deva idi. Saray büyücüleri bunları padişahların ağrıyan, sızlayan yerlerine korlar v: “el benim elim değil, Fatma anamızın elidir. Gitsin hastalık, gelsin sağlık.. Tu.. Tu.. uhruç, uhruç…” efsunları ile sözde bütün hastalıkları kovarlardı.
Saraydaki tılsımlı hırkalardan biri. Bu hırka şimdi Topkapı Sarayının (Tılsımlar ve sihirler) dolabındadır.
Camekânın bir köşesinde küçük bir pense gibi duran siyah karınca boynuzlarına bakılınca bunu taşıyan köstebek kadar iri karıncaların acaba Kaf dağının arkasında mı yaşadıkları suali insanın kafasına bir çengel gibi takılıyor.
Bu boynuzlar padişahların şeytan tüyleri idi. Bunlar en mukavemetli bir kadının üstüne bile sürülünce kalbinde aşk kıvılcımı yakmaya yetişirdi. İçleri tılsımlı, göbeklerinde kırkar tırtıl ve kıymetli taşlar bulunan 18 taş, sekiz y uvarlak nazarlık, üstünde (F.S) ve (K.R) arap harfleri bulunan bir işaret, altı vefk mühürü, üç süslü muska, sekiz tılsımlı harp gömleği de bu kolleksiyon arasındadır.
Padişahlar bu tılsımları yalnız ağrı ve sızı gibi vücut hastalıkları ve aşk gibi kalp sancıları ve bin bir yeller için değil, savaşları kazanmak, yabancı elçilerin gözlerini ve basiretlerini bağlamak, devlete faydalı muahedeler kabul ettirmek için de kullanırlardı. Bilhassa Sultan İbrahimden sonra cinciler büyücüler, üfürükçüler sarayın sayılı erkânı arasına girmişlerdi. Bunların ufacık bir işmarile uçurulan abeş lar sayılamıyacak kadar çoktur.
* * *
Falcıların esiri bir padişah
Dördüncü Murat sarayda kardeşi Kasımı boğdurduğu odada ölmüştü. İbrahim sarayın bir odasında mahpustu. Veziriazam kara Mustafa paşa yanına gitti, kendisini etekledi ve:
– Sultanım başınız sağ olsun biraderiniz Sultan Murat beka evine göçtü. Tahtı saltanat sîzindir, müjdesini verdi. Şehzade Bayazıt’ın, Süleyman’ın, Kasımın akıbetlerini bilen İbrahim bunun bir oyun olduğunu sanıyor ve şu ihtiyatlı cevabı veriyordu:
– Bana tahtı saltanat ne lâzım, kardeşim sağ olsun, benden ne istiyorsunuz.
Ona Muradın cesedini gösterdiler. Fakat gözlerine bir türlü inanamıyordu Diğer şehzadeler gibi öldürüleceğini sanıyordu. Cesedin tekrar tekrar yüzünü açtırdı. İğildi baktı ve inandıktan sonra da saltanat postuna oturdu. Fakat yeni padişah mahpus iken her gün can korkusiyle hafakan ve uykusuzluk hastalığına tutulmuştu. Doktorların ilâcı kâr etmiyordu. Harem tarafından büyüye, üfürüğe, okutulmaya ehemmiyet veriliyordu. Safranbolulu şeyhzade Hüseyin cinci hoca, Eyüplü voyvoda kızı adile meşhur bir falcı avrat ve daha birçok bakıcı ve üfürükçü saraya alındı. Artık devletin mukadderatı bunların elinde idi. Bir falcı bakla döker:
– Padişahım bir kuş ismiyle adlanan bir adamdan bu devlete büyük bir zarar gelecektir, der, derhal saray halkı ve devlet erkânı toplanır. Kuş adlı adamı ararlar ve Rodos’a sürgün edilen (Şahingiray) ı bularak heman kafasını koparırlar.
Voyvoda kızı masallar düzerek padişahı eğlendirirdi. Bir gece içki âleminde Sultan İbrahim’e bütün elbisesi ve saray döşemeleri samur olan bir padişah masalı anlatır. Padişahın “tab’ı hümayunu pürşevk olur. Sarayını baştanbaşa samura kaplamayı kafasına kor ve ertesi gün şiddetli bir emirle herkesten samur toplamaya başlar. Samur göndermeyenlerin kelleleri de birer birer uçurulur.
Sultan İbrahim büsbütün azıtmıştı. İstanbul sokaklarında tahtaravanla , atla, koçu arabasile gezip tozardı. Gezintilerini serbest ve gürültüsüzce yapmak için arabaların şehre girmesini şiddetle menetmişti. Bir gün Davutpaşa’da meşhur çınar ağacının yanında oturan üfürükçülerinden birinin evine giderken önüne bir araba çıkmıştı. Gazaba geldi, Veziriazam Salih paşayı çağırttı. Sarhoş sesi gürledi:
– Ben arabaları yasak etmiştim. Tenbihlerim niçin tutulmuyor. Ben padişah değil miyim?
Cellâtlar bir işaret üzerine derhal Salih paşayı üfürükçü hocanın kuyu ipile boğdular.
Cinci hocanın büyüleri
Bir hiç iken müderris, Galata kadısı olan ve adına saraylar yapılan Cinci hoca sarayda padişahın bir gölgesi olmuştu. Bir dediği iki olmazdı. Hemen ufak bir işaretiyle cellât kara Ali Sadrazam Kara Mustafa paşanın boğazına kement atarak yol üstünde boğuverirdi. Deli İbrahim’in bir gün aklına eser, Edirne’ye gider. Cinci hoca da yanında. Kışın Edirne odunlarını görünce beğenmez. Hemen Cinci hoca:
– Evet, hünkârım Edirne’nin odunları iyi değildir, hulûsunu çakar ve bundan sonra İstanbul’dan hamallarla Edirne’ye odun taşınır. Padişahın dileği yerini bulur. Abdülhamid’in mahut Ebülhüdası da bir cinci değil miydi.
Kanuni devrinden sonra Osmanlı saltanatı bir kurşun kubbenin üstüne atılan ceviz gibi her an artan bir hızla inkıraz çukuruna doğru yuvarlanıyordu. Osman oğulları işi üfürükçülüğe dökmüşlerdi. Kütüphanelerini (Essirrülmektum), (eldürülmuazzam fi sırrulazam), (miftahilcifr) ve İbni Hal dunun altıncı cildi gibi fal, tılsım ve sihir kitapları ile saraylarını da Faştan, Mısırdan, Arabistan ve Hindistan’dan gelme sihirbazlarla, kâhinlerle doldurmuşlardı. Serhadleri asker, top, tüfek değil sarhoş ve cahil falcıların pis üfürükleri, tılsımları ve sihirleri bekliyordu.
Padişah mağlubiyetle biten bir savaştan sonra sulh muahedesini kabul ettirmeye gelen bir ecnebi elçinin oturduğu koltuğun altına tılsımlar yapıştırtmıştı. Bu düğümlü iplerle, kâğıt parçaları ile savaş cephesinde kaybettiği toprak parçalarını kazanmaya çalışıyordu. İşte bu tılsım da Topkapı sarayında saklıdır. Ve yakında açılma töreni yapılacak olan (tılsımlar, sihirler) kolleksiyonu arasında bulunmaktadır.
* * *
Almanya’dan dönen Türk elçileri ve ecnebi sefirler üçüncü Mustafa’ya [1171-1187] Prusya müneccimlerinin yüksekliğinden bahsederlerdi. Mustafa Prusya’daki rasat âlimlerini de kendi müneccimleri, kâhinleri gibi tılsımla, sihirle uğraşır sanır ve Almanya’nın muvaffakiyeti de müneccimlerden aldığına inanırdı. Müneccimlerin haberlerine bel bağlayan bu padişah bir işe girişmek için mutlaka (eyyamı Sa’d) arardı. Ruslar bizi mağlûp ettikçe o hâlâ müneccimlerin söylediği (sa’d) dakikalarının gelmesini beklerdi. Düşman kapıya gelir fakat o dakikalar bir türlü gelmezdi.
* * *
(Baron de Tott) hatıratında anlatır Mustafa III Şıkkısani defterdarı Giritli Resmi Ahmet efendiyi milyonluk hediyelerle Prusya kıralı ikinci Frederik’e göndererek kendisinden yeni teşebbüsleri için (eyyamı sad) ile iyi kumandanları seçebilecek üç müneccim istemişti. Frederik bu hediyeleri aldıktan ve padişahın garip isteğini öğrendikten sonra Resmi Ahmet efendiye şunları söyledi:
– Muhibbi hayrıhahımız sultan hazretlerinin politika işlerinde muvaffak olmaları için size üç sır vereceğim:
1- Tarih okumak ve eski tecrübelerden istifade etmek.
2- İyi bir ordu yapmak ve bu orduyu sulh zamanlarında da savaş zamanıymış gibi talim etmek.
3- Hâzineyi dolu tutmak.
İşte benim üç müneccimim bunlardır. Ben başka müneccim bilmem.
İbrahim Hakkı
Bize bütün vesikaları tetkik ettirmek fırsatını veren Topkapı Sarayı müzesi Direktörü Tahsin Öz’e açıkça teşekkürü bir borç sayarım.
İ.H.