YILDIZ KUMARHANESİNDE İNTİHAR EDENLER – Yıldız Basıldığı Gün Orada Bir Çok Meşhurlar Vardı…

Yıldız Sarayı, Yıldız Kumarhanesi

0
672

Yazan: KANDEMİR (Renk, 1958)

Celal adında bir genç Macar dilberi Elizaya para yetiştirmek için kumara dalıp kaybetmiş sonra da beynine sıktığı bir tabanca kurşunuyla göçüp gitmişti.

SULTAN Abdülhamid’in, içinde otuz üç yıl saltanat sürdüğü Yıldız Sarayı.. Büyük dış kapıda yepyeni üniformalı polisler, holde, zarif kıyafetli, nazik, güler yüzlü belediye mamurları… Daha ilk adımda, o eski azametli saray havasını hissetmemenin imkânı yok. Her taraf kıymetli, nadide eşyalarla bezeli, boy boy billur avizelerin pırıl pırıl ışığı ile gün gibi aydınlık.. En mütena Hereke halılarıyla kaplı antreyi geçerek içeri giriyorsunuz…

Evet, burası olanca zenginliği, ziyneti ve haşmetiyle aynen, o eski Yıldız Sarayı… Yalnız, harem ağaları görünmüyor… Acaba nerelerde derken, karşınıza çıkan birinin, emredercesine;

— Bu tarafa!

Deyişiyle biraz kendinize geliyorsunuz. Gösterilen taraf, vestiyerdir. Şapkaların, pardösülerin filan oraya bırakılması gerekiyor ama adam başına — o zamanın parasiyle! — yirmi beşer kuruş peşinen vermek de şart…

Nezaket icabı: “— Neden peşin? Demeden parayı verip rahatça yukarı çıkıp birkaç adım alınca, bir kumanda daha:

— Dur!.. Vezneye buyur!.. Baş üstüne! diye, buyuruyorsunuz. Vezneye, bir sorgu var:

— Nereye gireceksiniz? Dans salonuna mı, yemek salonuna mı, yoksa oyun salonuna mı? Dans ve yemek her yerde var, onlar için buraya kadar zahmete ne hacet? Tabii:

— Oyun salonu! Diyorsunuz. Tamam… Soranların beklediği cevap da zaten bu.

O halde, sökülün bakalım —dik kat, yine o zamanın parasıyla— adam başına üçer lira daha!

Bu iş de olup bitti mi… Bir ooh! Çekerek dolana dolana, soluğu oyun salonunda alıyorsunuz.

Burası Yıldızın en şatafatlı, en büyük ve süslü salonudur. Hıncahınç doludur. İstanbul’un yerli yabancı bütün güzel kadınları, zarif ve zengin erkekleri hemen hemen hep buradaki masaların başında ve etrafındadır.

Masaların üzerinde de çeşit çeşit fırıldaklar dönüyor, Azrail’in tırpanına benzeyen uzun, oyuncu kürekleri, sağa sola atılıp saçılan paraları toplayıp, kimin! Ayakta heyecanla bekleyenlere, kimini önündeki delikten aşağı atmakla. Bu manzarayı, hele ilk defa görüyorsanız, meraka hatta heyecana düşmemeniz mümkün değildir… Bu merak ve heyecanla gıcıklanınca da, denizden gelen: “—Yahu!. Ne duruyorsun, bir tecrübe de sen etsen ya?” sesine kulak asmamanız da kabil olmaz. Böylece, kesenize davranıp, çıkardığınız paracıkları, siz de ortaya alınca.. aaa kazandım… Eyvah gitti, haydi bir daha… Biri kazandı, öbürü kaybetti… denk… Bir daha.. ikisi de gitti.. Filan derken, yanı başınızda biri peyda oluveriyor;

— Beyefendi. Galiba tertibatı iyi bilmiyorsunuz… Burası çift kazanır… Burası emsal kazanır. Burası da ayrımı verir… Hele şurası yok mu, bir tutarsa adamın lahzada ihya olduğu gündür.. Hem alın size bir oyun tablosu takdim edeyim… Gayet basittir…

Ooooo! Demek bu işin de marifetleri varmış? Öyle ise, haydi bakalım, yeniden tecrübeye…

İşte; İstanbul Belediyesinin (şehre gelir sağlamak ve fakat yalnız yabancıların oynamasına müsaade etmek şartıyla) Maryo Sera ismindeki İtalyan iş adamına kiraladığı Yıldız Sarayı bu hale gelmiş bulunuyordu. Vaka yabancılar da geliyordu ama kumara dalıp, soyulanların çoğunu yerliler teşkil ediyordu. Bu arada, bir gecede, birkaç saat içinde bütün servetini kaybederek, mahvolanlar, hatta bu yüzden canlarına kıyanlar da vardı.

Durum bu şekli alınca, gazeteler şikâyete başladı. Bu şikâyetler Büyük Millet Meclisine de aksetti. Fakat aldıran yoktu. Zamanın Dâhiliye Vekili;

— Yıldız Sarayı, dünyanın her tarafındaki emsali gibi, medeni ihtiyaçların tatmini maksadıyla ve kanuni mevzuatımız dâhilinde teşekkül etmiş bir müessesedir. Bu müessesenin vaziyetini, hükümetimiz fevkalade dikkatli olarak yakından takip ve murakabe etmektedir, diye, merak ve endişeye yer olmadığını söylüyor. Belediye de, hasılattan alıp durduğu yüzde yirmi beş hisse ile mükemmel bir gelir sağladığından dolayı, son derece memnun ve müsterihti… Hele sinyor Maryosera’nın keyfine pâyan yoktu…

Zira gün geçtikçe Yıldızın şöhreti artıyor, arttıkça da kumarbazlar çoğalıyor, çoğaldıkça da, sinyorun kasaları dolup taşıyordu.

Yalnız, soyulanlar haydi ne ise, sessiz sedasız, yahut ağlaya dövüne gidiyorlardı ama, içlerinden intihar edenler olmasaydı.

Mesela aynı sarayın belediye murakıbı Rıza Paşazade Celal Bey ismindeki genç, gönül verdiği Gardenbar artistlerinden dilber Macar kızı Eliza’ya para yetiştirmek için kumara dalıp kaybedince beynine sıklığı bir tabanca kursunu ile göçüp gitmiş, yine aynı sebeplerle Yıldıza dadanan Macaristan sefareti kâtiplerinden Milko, sevgilisi Macar güzeli Matmazel Keti’ye para yetiştirmek hırsı ile daldığı kumar âlemlerinde külliyetli paralar kaybederek intihar etmişti.

Bütün bunlar, nihayet bardağı taşırdı ve 13 Eylül 1927’de salonu, harekete geçen İstanbul Müddeiumumisi Nazif Bey, yardımcıları ile birlikte aldığı tertibatla Yıldız Sarayını zabıta kuvvetlerine bastırarak, kapattı. Bu hadise gece yarısına doğru, kumarhanenin en kalabalık bulunduğu bir saatte vuku bulmuş ve böylece kumar salonunda da birçokları suçüstü yakalanıp, hüviyetleri tespit edilmişti.

Fakat yakalananların sevk edildikleri, Sultanahmet Sulh Ceza Mahkemesi, uzun boylu tahkikat sonunda, (baht ve talih oyunları oynatılan yerin, umuma mahsus bir mahal olmadığı ve devam edenler de bazı kayıt ve şartlar altında oraya girmekte oldukları) sebebini ileri sürerek, hepsini suçsuz sayıp serbest bırakmış, yalnız Maryoserayı, bazı kayıtlara riayet etmediğinden dolayı bir hafta hapse mahkûm etmiş, sabıkası olmadığı için de, bu cezasını tecil etmişti.

Mahkeme bu kararında yerden göğe kadar haklı idi. O gece, kumar salonunda yakalanıp mahkemeye verilen, rahmetli Hüseyin Cahit Bey’in kardeşi şair ve gazeteci Doktor Hüseyin Suat Bey’in, hâkimler huzurundaki şu sözleri bile, mahkemenin hükmündeki isabeti sarahatle belirtmeye kâfidir:

— Evet… Ben oyun oynarım ama o gece bir şey oynamıyordum Yıldız Belediye gazinosu hükümetin resmi müsaadesiyle açılmış bir yerdir. Orada kumar oynandığından herkesin malumatı vardı. Kapıda polis, içeride zabıta-i belediye memurları bile vardır. Binaenaleyh, oynasam da bir şey lazım gelmez. (Ve cebinden bir kart çıkararak) işte efendim, Yıldızın açıldığı gece bendenize gönderilen davetiye… O gece orada bulundum ve birçok resmi zevatın huzurunda resmi küşat yapıldı.  Hatta kapının kurdelesini de bizzat Dâhiliye Vekili Cemil Beyefendi kesmiştir. Yani resmi küşadı, resmi bir zat yapmıştır.

Aynı şekilde yakalanıp mahkeme huzuruna çıkarılan genç ve güzel sosyete hanımlarına ve yaşlı başlı zenginlere kadar, herkes, hemen hemen aynı ifadede bulunmuşlardı.

O halde, suçlu kimdi? O cihet hala meçhuldür. Malum olan sadece, Yıldız Sarayının kumarhane haline getirilişinin, bir yıldan fazla devam etmemiş olmasıdır.

Paylaş

CEVAP VER