Övünç DAN:
Bu aralar bilimli kurgulu korkulu filmlere ilgi duymaktayım. İtiraf etmeliyim ki, geçmişte bu tarza yöneldiğim olmuştu ancak bir kaç güzide örnek dışında (mesela 1955 yazında izlediğim, Edward L. Cahn filmi Creature with the Atom Brain) çok da gönlümü çelen uzun metrajlara denk gelmemiştim. Tabii bu tamamen benimle ve beyaz perdedeki tercihlerimle alakalı.
Bir süredir müzik filmlerinden giderken, havalar sıcak, yaz akşamlarının neşesi açık hava sinemalarındayken yepyeni bir bilim kurgu filmine şans vermek istedim ve Bert I. Gordon’un yeni filmi The Amazing Colossal Man‘i izledim; iyi ki de izledim! Açıkcası çok da büyük bir beklentiyle geçmedim perde karşısına zira Gordon’un ilk üç filmi için (en azından izlediğim iki tanesi için) çok da iyi şeyler söyleyemem. 1955’te vizyona giren ve Gordon’un kariyerindeki ilk yönetmenlik denemesi olan King Dinosaur bence senenin en sıradan filmlerinden biriydi. Ancak bir ilk film için elinden geleni yapan yönetmenimize bir şans daha verip 1957 yılında yönettiği iki filmden The Cyclops ‘u izlemiş (izlemediğim diğer filmi Beginning of the End) ve bu genç adama destek verilirse bilim kurgu türüne yeni bir soluk getirebileceğine kanaat getirmiştim.Neyse ki beni yanıltmadı. Gordon, The Amazing Colossal Man ile gerçekten ilgi çekici bir çalışmaya imza atmış.
Benim, yaz sıcağında, açık hava sinemasında izlediğime bakmayın; filmin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki vizyon tarihi Ekim ’57. Bizim buralara ancak ulaştı ama izleyebildiğimiz sürece sorun yok bence.
Filme gelirsek; adından da anlaşılacağı gibi, inanılmaz bir adamla, bunu söylemek yakışır mı bilmem ama bir insan King Kong’la karşı karşıyayız.
Amerikan Ordusu her zamanki gibi çalışkan; yeni yeni silahlar geliştiriyor, bombalar yapıyor, ülkesini olası tehlikelere karşı koruyabilmek adına ne var ne yok silaha yatırıyor (Bu ülke böyle giderse gelecekte tüm dünyanın çekeceği var, neyse). Filmimiz, Desert Rock, Nevada ‘daki askeri üste açılıyor. Sabahın erken saatlerinde hummalı bir çalışma devam etmekte zira dünyanın ilk plütonyum atom bombası test edilecek. Edilecek de, işler ters gidiyor ve üstleri, deneyde görevli olan Yarbay Glenn Manning ‘e, kontrolsüz patlama ihtimaline karşı alandaki tüm adamlarını güvenli bölgeye taşıması talimatını veriyorlar. Yarbay emirleri yerine getiriyor; askerler ve bilim insanları tehlikeden uzaklaştırılıyor ancak beklenmedik bir şey oluyor ve sivil bir uçak, tam da bombanın yerleştirildiği yere düşüyor! Tabii Yarbay Manning durur mu, uçağın pilotunu kurtarmak adına derhal tehlikeye doğru koşuyor fakat şanssızlığa bakın ki aynı anda bomba infilak ediyor ve yarbay ağır şekilde yaralanıyor.
Derhal hastaneye kaldırılan Manning’in tüm vücudunun üçüncü dereceden yandığı anlaşılıyor. Kendisi ile ilgilenmek üzere atanan Dr. Paul Linstrom ve orduda görevli olan Dr. Eric Coutter hemen tedaviye başlıyorlar ancak pek de umutları yok. Diğer yandan, evlilik hazırlıklarında olan Yarbay Manning’in zarif nişanlısı Carol da endişeyle sevdiği adamın başını bekliyor.
İlk günün sonunda tüm umutlar kesilmişken, ertesi gün tüm ekip şok oluyor. Yarbay Manning’in tüm yanıkları bir gecede iyileşiyor! Tabii buna en çok sevinen de Carol oluyor ancak herkes içten içe korkmaya başlıyor zira bu hiç de normal bir durum değil.
Ve filmin kırılma noktası geliyor; iki gün sonra Yarbay Glenn Manning gittikce irileşmeye, devleşmeye başlıyor, dolayısıyla macera da başlıyor!
Konusu oldukça enteresan olan ve bilim kurgudan aksiyona, hatta drama, türlü türlü tarzı bünyesinde başarılı şekilde eriten filmi sürükleyen en büyük güç kesinlikle Glenn Langan’ın oyunculuğu. Yarbay Manning’i canlandırmakta olan Glenn Langan, zorlu rolünün altından öyle başarıyla kalkıyor ki, seksen dakikalık bu macerayı soluksuz izletiyor. Langan dışında, kendisi ile ilgilenen doktorları canlandıran William Hudson ve Larry Thor da hiç fena değiller.
Açıkcası çilekeş nişanlı Carol Forrest rolündeki Cathy Downs, özellikle Glenn Langan ile birebir oynadığı sahnelerde (ki bu sahneler oldukça fazla) biraz sönük kalıyor. Yine de bu düşük performans filmi etkilemiyor keza Downs çok güzel kadın, kendini bir şekilde izlettiriyor.
Bilen bilir, hayatta değinmeden geçmem; The Amazing Colossal Man’in müzikleri sevgili Albert Glasser tarafından bestelenmiş. Glasser’ı seviyorum ben. Özellikle TV efsanesi The Cisco Kid (1950 – 1956) ile altı sene boyunca harika müziklere imza atmıştı. Şimdi de sinemada kanıtlıyor kendini. Çok çok özgün işler besteliyor diyemem ancak kesinlikle çalışkan bir müzisyen kendisi. Zira Bert I. Gordon’un önceki iki filminde de müzik direktörlüğündeydi. Yönetmenimiz kendisinden memnun olacak ki bu filminde de onunla çalışmış.
1928 tarihli Homer Eon Flint romanı The Nth Man‘dan uyarlanan, American International Pictures distribütörlüğünde sinemaya aktarılan bu Malibu Productions prodüksiyonunu izlemenizi tavsiye ediyoruz. Başlarken söylediğim gibi, hikaye, artık bir sinema klasiği olan 1933 tarihli Kİng Kong ile oldukça paralel gidiyor olsa da, “dev de olsa insan yine insan” temalı bu dramatik bilim kurguda hiç beklenmedik pırıltılar bulabilirsiniz. Aslında, kimyasal bir patlamaya maruz kalıp devleşen bu talihsiz adam, aynı zamanda yeşil olsa, güçlü ve sinirli olsa ve sürekli dev kalmasa, sakinleşince normal haline filan dönse bizce müthiş olurmuş. Neyse belki bizim gibi düşünüp esinlenenler olur, biz de yepyeni bir süper kahramanla tanışmış oluruz.