İnanılmayacak bir iddia! Muayyen bir istikamette, belli bir hızla giden bir makine içindeki insanlar, zamanın yolundan çıkıyor ve hem ruhen, hem de uzvi bakımdan gençleşiyorlarmış!
Doktor Sant ve Yüzbaşı Mayo, 1945 yılı 11 Nisanında F.S. 2 tipinde bir tepkili uçakla, saatte 1000 mil hızı alacak bir sürate vardıklarını iddia ettiler. Bu iddia, henüz tevsike muhtaç görülüyor. Fakat Doktor Sant’ın iddiasındaki enteresan taraf, sadece bu değildir. Verdiği rapor, inanılmayacak kadar müthiş bir nazariyeyi ispat eder mahiyettedir. 1910 yılında ölmüş bulunan Dr. Berliner adli bir Alman riyaziyecisi (Yaşıyan höcreler ve bunların, sürat ve mekanla alakalı zaman karşısında durumları) adlı bir ilmi etüd yazmıştı. Bu etüd 1911 de Wassermann tarafından gözden geçirildi ve 1912 de de Frischauer tarafından Viyanada 350 nüsha olarak basılıp yayıldı. Bugün bu etüdden bir tanesi British Museum kütüphanesinde, bir tanesi de Heidelberg Üniversitesindedir. Nerelerde başka nüshaları bulunduğu bilinemiyor. Doktor Sant’in uçuş raporu, Berliner’in etüdünü adeta ispat etmektedir. Bu sayfada okuyacağınız hadise, şimdiye kadar okumuş veya duymuş olduklarınızı gölgede bırakacak derecede şayanı hayrettir. General Bransch da, Doktor Sant’ın raporu hakkında: “Şimdiye kadar yazılmış ve bundan sonra yazılacak raporların en şayanı hayreti!” demiştir.
1945 Nisanının 11 inde sabah saat dokuzda Sant’la Mayo havalandılar. 55 dakika sonra, ona on kala tayyareleri tekrar meydana indi. Tayyarenin hızını ölçen alette bir bozukluk vardı. Bu alet, saatte 1000 mil hıza kadar gösterebilecek şekilde yapılmıştı ve şimdi kırılmış olduğu görülüyordu. Doktor Sant, F. S. 2 nin takriben saatte 1250 mil hiza ulaşması sırasında aletin parçalandığını söyledi. Fakat bu rakamlardan şüphe etmek lazım gelir. Zira sürat ölçücü alet paralanmış ve Sant’ın dediklerini tevsik edemez hale gelmişti. Maamafih birçok kimseler, Sant’la Mayo’nun bu uçuşta, o zamana kadar erişilebilen en yüksek hıza ulaştıklarını kabul etmektedirler.
Doktor Sant, elde ettiği muvaffakiyetle böbürleniyor ve şaşılacak kadar neşeli görünüyordu.
Yüzbaşı Mayo ise mahcuptu. Zira dönüş sırasında bir müddet baygınlık geçirmişti. Bir fincan kahve istedi. Doktor Sant ise, herkesi şaşırtan şu arzuda bulundu:
“Birinizde bir ayna var mi?”
Makinistlerden birinde varmış. Doktor, aynada kendine ve üstünde bir yara izi bulunan burnuna baktıktan sonra aynayı indirdi ve adeta haykırdı:
“Ah Berliner, Beliner, dediklerin ne doğruymuş!…”
Sonra odasına doğruldu. Üç saat kadar orada kaldı ve bir kitabi karıştırıp bazı notlar aldı. O gece Doktor, Savunma Bakanlığına hitaben bir rapor hazırlıyordu.
Bu raporun bir yerinde şöyle denmekteydi: “Tayyareci ses hızına ulaştığı sırada birinci tehlike ile karşılar. Bu tehlike, hava içinde gayet hızla hareket eden madeni tayyare gövdesinin havayı tazyik ederek sıkması ve adeta sert bir cisim haline getirmesinden zuhur eder. Bu hadiseyi, bir preste ilaç tozunun sıkılarak sert bir hap haline getirilmesine benzetebiliriz. Havada ses hızıyla uçan tayyare de, kendi hızının verdiği kuvvetle tazyik ettiği havayı sıkıştırıp sert bir duvar haline getirir ve bir anda bu sert duvara toslamaya başlar. Bunun neticesi, gökten yere, yanmış bir takım parçalar ve ezilmiş madeni levhalar halinde tayyarenin düşmesinden ibarettir. İşte sürati arttırmak bahsinde, bu birinci tehlikeyi yenmeliyiz.”
Doktor Sant’ın raporu şöyle devam etmekteydi:
“Ben, yere indiğimiz sırada sürati gösteren aletimizin kırılmış olmasından ötürü, eriştiğimiz hıza kimseyi inandıramayacağımı biliyorum. Fakat Yüzbaşı Mayo ile birlikte, mevcut sürat rekorlarının hepsini kırmış olduğumuz, Bence bir hakikattir ve surat aleti de, esasen bundan kırılmıştır.
Ayrıca, şunu da biliyorum ki birinci tehlike bertaraf edildikten sonra behemehal ikinci ve asıl müthiş tehlikenin de yenilmesi lazımdır. Bu ikinci tehlike, tepkili aletlerle uçmaya kalkışacak bütün insanların karşılaşacağı en büyük felakettir.
Ben, birinci tehlikeyi atlatmış ve sürat aleti ibresinin gösterdiğine göre, saatte 875 mil hızla uçmaya başlamıştım. Tepkili motorumuzun sesi, artık duyulmaz olmuş, tayyarenin içerisi, derin bir sükunete bürünmüştü.
Eğer ibreler titreşmese ye tayyare gövdesi ihtizaz etmese, muallakta durduğumuza inanacak kadar sessizlik hâkimdi. Surat ibresi önce 875, sonra 900 ve nihayet saatte 1000 mil hız üzerinde titriyordu.
F. S. 2 çifte dümenlidir. Önce gözlerime yaşlar hücum etti. Sanki birisi burnuma şiddetli bir yumruk vurmuştu. Nitekim burnum zonklamaya ve acımaya başlamakta gecikmedi. 1943 de burnumdan ameliyat olduğum vakit de ayni acıyı duymuştum. Bir iki saniye sonra bu acı geçti. Lakin onun yerine garip bir sersemlik arız oldu. Lakin bu da kendini fark ettiresiye kadar geçti. Yüzümdeki oksijen maskesini çıkararak elimle yüzümü ve bilhassa burnumu yokladım. Muayyen yüksekliklerde ve hızda her tayyarecinin başından geçen hallerden birini geçirdiğimi anımsıyordum.
Birden aklıma Ledbetter geldi. Kendi kendime: “Yarin Ledbetter’e sormalı, ısmarladığım döküm işleri ne alemde?” diye düşündüm. Fakat hemen aynı anda Ledbetter’in dökümhanesinin Kanada’da olduğu ve bana son döküm işlerini 1938 de yaptığı aklıma geldi. O zamanlar daha saçlarım ağarmamıştı. Gayri ihtiyari, sağ elimden eldivenimi çıkardım.
Sebebi vardı. 1938 yazında Ledbetter, benim döküm siparişlerimi bitirmeden az önce, kız kardeşimin köpeği elimi ısırmıştı. Yara geçmiş ve köpek dişlerinin bıraktığı izler de zamanla kaybolmuştu. Şimdi sağ elime bakınca, henüz kırmızı ve şiş dört diş yarası izi gördüm. Sonra bu izler, birdenbire kanlı yaralar haline geliverdiler. Elimin tersinde 1937 den beri ağarmış bulunan kıllar da siyahlaşmıştı.
Hala muallakta hareketsiz duruyor gibiydik.
Birden Mayo’ya dönüp: “Bana baksana ne haldeyim?” diye sordum. Bu sualim, onun için de bir şans oldu. Çünkü onun hali, benimkinden beterdi. Nüfus cüzdanına göre yüzbaşı, 26 yaşında, 1.76 boyunda ve 70 kilo ağırlığındaydı. Halbuki şimdi 16 yaşında bir çocuk halinde görünüyordu. Sırtına giydiği, ağır ve karmakarışık tayyareci esvabi içinde ufalmış, esvap üstünden kaymaya başlamıştı. Yüzünden maskesi de düsmüstü. Elimi uzatıp Yüzbaşıyı sarsalıyayım dedim, bu sırada eldiveni düştü ve küçücük bir el gözüme çarptı.
Okadar dehşet içinde ki makineyi hemen dönüş yoluna çevirmem, bizim için hakiki bir şans oldu. Aksi halde, on beş dakika daha yol alsak, mahvolacaktık. Artık Berliner’in nazariyesinin doğruluğunu anlamıştım: İnsan bir makineye biner de belli bir hızda ileriye muhtemelen aynı istikamette yol alırsa, zamanın geçip gitmekte olduğu bir yola giriyor.
Berliner, zamanın, insanı önüne katıp sürmediğini, bilakis insandan sıyrılıp geçtiğini iddia eder. Vaktiyle bu nazariyeye, yüzlerce kişiyle beraber, ben de gülmüştüm fikrimi değiştirdim. Bu hızda bir kaç dakika kalmak, beni ve Mayo’yu hem ruh, hem de uzviyet bakımından 16 sene geriye götürmüştü. Birkaç dakika daha aynı istikamette devam edeydik öyle bir çağa gelecektik ki o çağda F. S. 2 tayyaresi de bir nazariyeden ibaret bulunacaktı ye ben, hızla giden bir otomobil direksiyonunda oturan 2 yaşındaki bir çocuk halinde kalacaktım.
Tam zamanında geri döndük. Kafamda, yıllarca evvel, yarı uyku halinde duymuş olduğum bir bulanıklık hissettim. Hangi tayyare ile uçtuğum gözlerimin önünde iyice belirdi. Gittikçe artan bir hızla 11 yıl evvel yasadığım hadiselere, ölümüm bahis mevzuu olduğu 1934 Noeline ulaştım. Hızımız gittikçe artmıştı. Bir an F. S. 1 i kullanıyorum sandım. Gittikçe yasadığım devre yaklaşıyordum. Burun kemiğimi kıran şarapnelin acısını bir daha duydum. Yüzümün gittikçe yaşlandığını seziyordum. Ardıma baktığım vakit, Yüzbaşı Mavo’nun da kötü bir kâbus görmüş gibi silkinmekte olduğunu gördüm. Vücudu tekrar irileşmiş, tayyareci elbisesini doldurmuştu.
Şimdi iddia ediyorum ki Berliner, hakikate yaklaşmış bir adamdır. Bu iddia ile kimsenin inanmayacağı bir şey ortaya attığımı müdrikim. Fakat (2 inci tehlike) adını verdiğim tehlike vardır ye incelenmeli, bundan nasıl kurtulunacağı hesaplanmalıdır
****
Bugün Montana’da vuku bulmuş bir tayyare kazası haber aldım. Otuz sekiz yaşındaki tecrübe pilotu Ted Oxen tek motorlu bir tepkili uçakla havalandıktan bir müddet sonra tayyaresi Montana’da düşmüş. Tahkikat komisyonu tayyare enkazı arasında bir insan naaşına rastlamış. Karbonla işba edilen yağın tahlili suretiyle yapılan kimyevi naaş incelemesinde, cesedin 9-10 yaşlarında bir çocuğa ait olduğu tespit olunmuş. Tahkikata devam olunuyor…