BÜYÜKADA CİNAYETİ: Katil Sedat Aran, Gençlere Şu Tavsiyelerde Bulunuyor.
“Temiz kalbinizde parlayan saf aşkı, sevgilinizle kuracağınız nezih aile yuvasında bir ömür boyunca yaşatınız… Aşkın gayesi bu olmalıdır.”
Evet onu ben öldürdüm… Yerde vücudu kanlar içinde yatan bir kadın, onun önünde, elinde tabanca, saçları dağılmış, perişan bir erkek. İşte bu, bendim… Beraber yaşadığı Fatma Hayatı, 5 Nisan 1942 pazar günü, Büyükada çamlığında öldüren Sedat Aran, o andaki vaziyeti böylece tasvir ederek anlatmağa başladı:
— Şunu bilhassa işaret etmek isterim ki işlediğim cürmün hikayesini kültürel bir zümreye hitap ederek anlatıyorum. Çünkü ika ettiğim cürüm, vasat ve aşağı tabakada bir cinayet değildir. Beni bütün hayat kaidelerinin dışına çıkaran bu cinayeti, bin bir ruh ızdırapları geçirdikten sonra layemut bir aşkın tesiri altında işledim.
Muhatabım gözlerini gözlerime dikerek:
— Cinayet! dedi, ne iğrenç, ne korkunç bir kelime değil mi? Onun telaffuzunda bile vahşi bir ses var. Fakat asıl tetkike şayan olan nokta, ona varılıncaya kadar geçilen yollardır. Adem oğlu doğduğu günden beri aşkla yaşadı ve onunla büyüdü. Asırlar her şeyi değiştirdi lakin (aşk) ı değiştiremedi. Aşk’ın her ruhtaki tecellisi başka başkadır. O, ancak, istiap ettiği kalbin duygu ve hisleriyle ölçülür. Benim için aşk, mukaddes bir din, sevmek onun ibadeti, kadın ise o var lığın bir ilahesidir.
Bir aralık durdu, derin bir nefes alarak:
— İşte, dedi, bu dine tapmağa başladığım zaman önüme çıkan ilk kadına kalbimi verdim. Ve o, bir gün benden ayrılmak istediğini söylediği zaman, onun ipek saçlarını sevip okşayan ellerim tabanca ve bıçak tutacak kadar vahşileşerek onu öldürdü. Ben bu gün “katil” diye tevkif edilmekle sadece kanun müeyyidelerinin bana verdiği bir sıfatı haiz bulunuyorum. Hakikatte ise işlediğim cürüm, hislerim kadar mukaddes bir aşkın eseridir.
Mersinde Sümerbankta muhasebeci iken bir akşam bara gittim. İşte Fatma Hayat’ı orada, tavanlarını mavimtrak bir sefahet dumanı kaplayan o barda tanıdım. Mavi bir tuvalet giymişti. Yarı çıplak vücuduna baktıkça o, gözlerimde bir ilâhe güzelliğiyle parladı Düşünüyordum: O bir bar artisti idi. Ben ise mevki sahibi bir cemiyet insanı… Buna rağmen ona karşı olan aşkımı, aramızdaki bu aşılmaz ve yakınlaştırılamaz mesafeden dolayı gizlemek mecburiyetinde idim. Nefsimle çok mücadele ettim. Onun bana karşı olan sonsuz temayüllerine nihayet verebilmek maksadı ile vazifemden ayrılarak İstanbul’a geldim. Fakat bu, bir fayda vermedi. Oda İstanbul’a gelerek beni buldu. Aynı hislerimi kendisine tekrar söyleyerek beraber yaşamamıza imkân olmadığını münasip bir lisanla ve izzeti nefsini kırmaksızın anlattım.
Devamı görsellerde…