“DÜNYA NÜFUSU 3 MİLYAR OLURSA? 1950”. 7 MİLYAR OLDU BİLE!!!

0
1145
Scanned by Scan2Net

Bugün dünya yüzünde yetişen ekin, dünyanın 2,5 milyarlık nüfusunu doyuracak kadar değildir. Hâlbuki bir yandan da dünyadaki insanlar, her gün yüz bin, yani yılda 36 milyon artmaktadırlar.

Yukarıdaki harita dünyanın nüfus durumunu gösteriyor. Doğu un başlıca gıdası pirinç, Batınınki buğdaydır. Fakat ne pirinç, ne de buğday, kendileriyle karın doyurmaya alışmış olanların hepsini doyuracak kadar bol değildir. Erbabı, bu gidişle mahsulün artacağından da jupke etmektedirler.

1949 yılı Nobel Sulh Mükâfatı, Lord Boyd Orr adlı bir İngiliz’e verildi. Çünkü bu zat, yıllardan beri, dünya milletlerini idare eden liderlere: “Boyuna harp hazırlayacağımıza, milletlerinizin karınlarını doyurmaya bakini” diye bağırıyordu. Lord Boyd-Orr Birleşmis Milletlerin, adı pek az duyulan bir teşkilâtının balkanıdır. Bu teşkilâtın adı kısaca F. A. O.’dur dünya yüzünün yiyecek ve ekim isleriyle uğraşır. Harbin, darbın, bir sürü patırtı gürültünün moda ve revaçta olduğu bugünün dünyasında, böyle bir teşkilâttan bahis mi edilir?

Nitekim Lord’u, sulh uğrundaki gayretleri için mükâfatlandıra dursunlar, hâdiseler de bir yandan tamamen aksi istikamette gelişmiş ve dünya insanlığını, büyük bir harbin eşiğine kadar getirmiş bulunuyor.

Dünya insanlarının gırtlak dertleri çok eskidir ve muhakkak ki kavgaların başlıca sebebi de budur. Ama ulema, bu isin münakaşasını edip durmaktan geri kalmazlar. Kimisi: “İnsanlar bir gün aç kalacaktır!” der, kimisi de: “bulâftır, dünya şimdikinin iki misli nüfusu rahat rahat besleyebilecek bir genişliktedir I” iddiasındadır. Fakat bugünkü günde, yeryüzü insanlarının hepsinin karınlarının doyduğunu kimse iddia edemez. Çünkü yeryüzünde yetişen ekin, dünya yüzünde yaşayan insanları doyuracak kadar değildir. Vakıa bazı yerlerde mısır ve kahvenin bolluktan denizlere döküldüğü veya ocaklarda odun yerine yakıldığı bir hakikattir. Ama başka yerlerde de insanoğulları yerlerden kök söküp yemekte ve ağaç kabuklan kemirmektedirler.

Dünyanın birçok yerlerinde ve meselâ Çin’le Hindistan’da kıtlık, devamlı ve hükümetlerin, karsısında âciz kaldıkları bir dert halindedir. Çini çok iyi tanıdığında şüphe bulunmayan namlı kadın muharrir Peârl S. Buck, Çin’deki kıtlığın dünya yüzünde çok mübalâğa edildiğini söylüyor. Yine Çin’i iyi tanıyıp da roman yazmayan başkaları ise istatistikleri işaret ediyorlar ve diyorlar ki: “Son 100 yıl içinde Çin’de, açlıktan 100 milyon kişi ölmüştür Çin ne simdi, ne de istikbalde, nüfusunu besleyebilecek bir halde olmayacaktır” yine bu zevat, Çin’de ölüm istatistiklerindeki sayıların azalmasının, bu memleket için komünizmden daha müthiş bir felâket olacağı kanaatindedirler. Yeryüzü insanlarının 7 de birinin yasadığı Hindistan’da da açlık ve kıtlık, devamlı bir âfet halindedir. Böyle olmasına rağmen nüfus da her gün 14 bin artmaktadır. Hâlbuki Hindistan’da ortalama insan yaşı 32 dir. Eğer Hindistan halkı, Avrupalılar kadar uzun bir vasatı ömre sahip olaydı, bu muazzam ülke kısa zamanda bir karınca yuvası haline gelirdi.

Çin ve Hindistan dünya yüzünde istisnai durumda değillerdir. Dünya nüfusu her gün 100, bin, yani her ay 3 milyon artıyor. Böyle olmasına rağmen politikacılar, idare ettikleri memlekette doğumlar sayısı, ölümleri astığı vakit “Yaşasın” diye bağırıyor ve sanki bu iş kendi eserleriymiş gibi böbürleniyorlar. Hâlbuki dünya yüzünde nüfus sayısı azalan bir memleket yoktur. Bizzat Amerika’nın, gittikçe nesilleri tükenmekte olduğundan dehşetle bahsedilen kızılderilileri bile öyle çoğalmışlardır ki basbayağı hatırı sayılır bir kitle haline gelmişlerdir.

Bir zamanlar, Robert Malthus adlı bir İngiliz papaz ve iktisatçısı, dünya yüzünde nüfusun gittikçe artmakta olduğuna, hâlbuki istihsalin nüfus artışıyla at başı beraber gidemediğine dikkati çekmişti. Kimisi onunla alay etti. Kimisi de bu ihtarı ciddiye alıp paniğe kapıldı. Muhakkak olan nokta şu ki Malthus bu fikrini açıkladığı vakit, dünya yüzünde sadece 905 milyon insan yasıyordu. Hâlbuki 1949 yılında yapılmış olan en son tahminler, dünya nüfusunun, yuvarlak hesap, 2,5 milyarı bulduğu merkezindedir.

Nüfus dünyanın her tarafında artmaktadır. Çünkü doktorlar ve her türlü sıhhat koruma tedbirleri, yeryüzünün her kösesine girerek, insanların vaktinden önce hastalıklardan ölmelerini önlüyor. İnsanlara diş temizliğini ve pis sulan kaynatarak içmesini öğretiyor. Eğer dünya nüfusunu besleyebilecek kadar gıda olaydı bu netice ile ne kadar iftihar etsek yeriydi.

Fakat pek çok kimseler de bofuna endişelendiğimiz kanaatindedirler. Bunlar, dünya yüzünün ekilmeden duran geni| sahalarına dikkati çekiyorlar. Kurak ve çorak topraklan verimli bir hale getirmek, elimizdedir. Hollanda denizden toprak kazanırken, Fransa geniş kumluk sahaları ekime açtı ve İtalya’da bataklıklar kurutulup verimli tarla haline getirildi. Danimarka da steplerde ekin yetiştirmeğe başladı. Avrupa’da muvaffak olan bu usuller, dünyanın geniş sahalarında rahat rahat muvaffakiyet verebilir. Mesele o değil, nüfusu fazla ülkelerden, bu memleketlere nüfus akabilmesi, ekini bol sahalardan kıtlık çeken yerlere ekin gönderilmesidir. Yani mesele sadece dünya yüzünde serbest seyahat, serbest ticaret… Hasılı sulh hüküm sürmesi meselesidir.

Eğer dünya sulh içinde yasarsa, her yana yol yapılacak, her tarafa traktör gönderilecek ve bol ekin sahalarında silolar vücuda getirilecektir. O zaman dünya toprağı, kendisinden isteneni, fazlasıyla verecektir. Böylece bir yerden bir yere yiyecek nakli mümkün olacak ve dünyanın hiçbir kölesinde kıtlıktan korkmaya lüzum kalmayacaktır.

Ama bu pembe fikirler karsısında gayet karanlık düşünceler de var. Bunların dediklerine göre dünya yüzü toprağının her yanı kat’iyen zannedildiği gibi verimli değildir. Humus adı verilen ve münbit toprakların yüzünü ince bir tabaka halinde örten verimli tabaka, kendisinden daima fazla iş istenmesi yüzünden gittikçe verimsizleşiyor. Bazı yerlerde mısır ekilmesi yüzünden toprak çabucak kısırlaşmaktadır. Zira mısır, toprağın bütün rutubetini çekerek yeraltı kaynaklarını bile kurutuyor. Bugün Avrupa bolluk içinde yasamakta ve dünyayı pembe görmektedir. Zira başka kıt’alar, Avrupa’yı besliyorlar. Ama yarın, nüfusları artan o kıt’alardan Avrupa’ya bir şey gelmezse ne olacaktır? Açlığın, her türlü fenalıkların anası olduğu unutulmamalı?.. Bizim aradığımız sulh, iyi bir ahlâka dayanır. Ama kıtlık, ortada ahlâk bırakmayacaktır? 450 milyonluk nüfusunu ulu orta harplere süren Çinin bugünkü idarecileri: “Nüfusumuzdan ne kadar azalırsa, geride kalanların karınları o kadar doyar” diye düşünmüyorlar mı?..

Avrupa çok kalabalıklaştı. Ama Asya, ondan daha fazla kalabalıklaşmış bir durumdadır. Avrupa Asya arası topraklara sahip bulunan Rusya’nın nüfusu, geniş arazisine nispetle azdır ama çoğalmasının bir tehlike teşkil etmediği yanlıştır, Zira Rusya’nın da münbit toprakları, sanıldığı kadar fazla değildir. Rusya nüfusu artmakta devam ederse, Rusların da bir gün “Hayat sahası” iddiasıyla Avrupa’ya saldırıp soygunculuğa başlamayacaklarını kim temin edebilir?..

Şu halde ne yapacağız. Gittikçe yaklaşan bu müthiş felâketi nasıl önleyeceğiz. Şüphesiz, dünya yüzü topraklarından henüz tamamıyla istifade edilmekte değildir. Lâkin bu toprakların münbit olanlarının pek az kısmının müsait iklim şartları altında bulunduğu da hakikattir. ‘2000 yılında muhtemelen dünya nüfusu 3 milyara çıkmış olacak, böylece her dünya vatandaşı için yiyecek alınabilecek ekim sahası 130 metre kareye inmiş bulunacaktır. Bu kadar toprak, bir insanı doyuramaz. “Binaenaleyh insanların birbirlerini yememeleri için doğum İşi bazı kayıtlar altına alınmalıdır” diyorlar.

Bir zamanlar, yakıt meselesi başlıca derdimizdi ve bir gün dünya yüzünde akaryakıtlarla kömür madenlerinin bitmesinden çekiniyorduk. Atom ortaya çıkınca, atom enerjisinden hudutsuz derecede istifade edebileceğimizi anladık.. Kim bilir belki bir gün fen, havanın azotundan ve karbonundan gıdamızı yapacak yahut da belki çölleri ekilebilir hale getirecektir.

Herhalde henüz halledilememiş bir mesele karşısındayız ve şimdilik ellerimizi kavuşturup gidişatı seyretmekten başka yapacak işimiz yoktur!

Paylaş

CEVAP VER