Engin kum çöllerinin eksibeleri ardından tunç renkli güneş, ilk ışıklarını saçarken, Firavun Totmozis’in kızı Elafantin, Tep şehrindeki en büyük mabut Amon’un önünde diz çökmüştü.
Bütün mabutların atası, bütün mahlûkların koruyucusu Amon gökte bir kayık üzerinde gezer, kayığının kürekçileri, faziletli insanların ruhları, dümenciler de Menfis mabudu Ozis ve Oziris’di. Güzel sesli rahipler, Firavun kızı için kasideler okudular.
Biraz sonra başrahip, mabut Amon – Ra – Harmakis’in önündeki siyah örtüyü kaldırdı. Güneş Amon – Ra’nın yüzüne vurmuş, sanki onun yüzünde yeniden doğmuştu.
Elafantin yalvarıyordu:
— Ey Amonra! Babam Totmozis’e uzun ömürler ver. Karnına ekmek, boğazına su, saçlarına kokular ihsan et. Ah onu sen, büyük varlığınla yükselt. Ey Amon – Ra – Harmakis, ey yaratıcı Tanrı! Bütün çöllerden gelen yollar, saraylar, senin altın ışıklarınla doludur. Yeri, göğü, gümüşü, altını, lâcivert taşını hep sen yaratırsın! hayvanlar için otlar, insanlar için sebzeler yarattın! Nehirlerdeki balıkları, havadaki kuşları hep sen yaşatırsın!
Ey Amon-Ra!. İnsanları ve insan güzellerini, kız ve oğlanları sen yarattın. Onların kalplerini ve kalplerindeki sevgi ateşini de içlerine sen korsun! Sevgiyi yaratırken, niçin kalp acılarını ve ezgilerini de yarattın… Birleşmek varken, ayrılığı niçin ortaya koydun…
Amon-Ra! Büyük Eti prensi Murşili sevdim, bu Türk oğlunu, bana kavuştur. İstersen, göğün gözyaşlarından hâsıl olan mavi Nil’in kıyılarında, istersen onun yurdu olan Anadolu’nun seması altında beraber yaşayalım…
Benim içimde yeni korlanan bu ateşi, onun kalbinde de yak… Birbirimizin olalım, babam Totmozis’e de uzun ömürler ver…
İşte karşında gözyaşlarımla secde ediyorum!…
Elafantin, duasını bitirdikten sonra Amon mabedinden çıktı. Dört çıplak adamın taşıdığı bir sedire oturdu, iki kız gölge veren yelpazelerini Firavun kızının başı üstünde tuttular, iki kız da Firavun kızını yelpazeliyorlardı.
Gün uçmak üzere idi. Nil nehrinin yalçın kayalıklarındaki dar keçi yollarından, saraya geldi. Sarayın bahçesinde demir miğferli misafir Eti askerleri dolaşıyorlardı.
Bir ses:
—Elafantin! Diye haykırdı.
Sesin geldiği tarafa baktı. Babası ve
Sevgili Murşili bir taş masanın kenarında hurma şarabı içiyorlardı.
Elafantin heyecanından kıpkırmızı olmuş, ayaklarının bağı çözülmüştü. O da masanın kenarına oturdu:
Totmozis:
—Misafiri yalnız bırakıp kayboldun!
—Mabutlara ibadete gittim!…
—Öyle ya. Büyük babanın kapattığı mabetleri ben açtırdım, artık herkesin işi mabetlere koşmak oldu, sen de onlarla beraber…
—Başka işim ne!…
Totmozis biraz gülümsedikten sonra:
—İşte sana misafir bir arkadaş! Onunla konuşun, Nil nehrinde geziniz!
Bu iki genç hafifçe birbirlerinin yüzüne bakarak gülümsediler, sonra her ikisinin de başları önlerine düştü.
Totmozis:
—Haydi, Elafantin misafirini gezdir, ben Suriye’ye gidecek olan askerlerimi teftiş edeceğim.
Diyerek, yanlarından ayrıldı. Elafantin bir şey söylemiyordu. Murşil:
—Elafantin, niçin susuyorsunuz?.
—Bilmem, içimde bir ezgi var…
—Canım her iç ağrılarının bir sebebi vardır..
Elafantin sustu. Murşil:
—Yoksa, benim misafir gelişim, senin rahatını mı kaçırdı..
— Hayır, bilâkis sevindim.
—O halde!
—Bilmem.
Murşil, bu bilmemlerin ne olduğunu anlıyordu. Esasen o da ilk gördüğü dakika, bu güzel kızı sevmiş, ona karşı kalbinde bir sevgi ateşi yanmaya başlamıştı.
—Elafantin, burada böyle balıkçıl kuşları gibi düşünmeyelim, gezelim.
Elafantin ve Murşil beraber kalktılar. Bahçede yan yana birbirine karşı sıkılgan bir vaziyette dolaştılar.. Biraz sonra Elafantin, bir saray hademesi çağırarak, bir kayık hazırlamasını söyledi. Biraz sonra kayık hazırlandı. Genç prens ve kral kızı kayığa atladılar. Arkada bir tek kürekçi vardı. O kayığı hem çekiyor, hem de dümeni kullanıyordu.
Kayık Nil nehrinin yeşil renkli sularında kayıyor, kayalıklar arasından, kâh kıyılarında uzun hurma ağaçlan uzanan yerlerden geçiyorlardı:
Murşil:
—Elafantin ne güzel yurdunuz var!…
—Beğendiniz mi?
—Çok beğendim. Bir zamanlar Nil kıyılarına Orta Asyadan Tuvank Türkleri gelip yerleştiklerini, büyük babamdan dinlemiştim. Nil nehrini görmek merakı bende o zaman uyanmıştı.
O meraktır ki, bana sizinle tanışmak şerefini kazandırdı.
—Yalnız sevincin kazanç mı?
—Hayır, Elafantin hayır…
—Başka!..
—Sizi görmek!
—Yalnız görmek mi?
—Hayır, görmek ve sevmek.
—Evet, sizi gördüm ve sevdim…
—Ben de Murşil seni sevdim ve seveceğim, güneş doğarken derhal Amon mabedine gittim, orada sana kavuşa bilmem için Tanrıya dualar ettim.
Bu esnada kayık ıssız bir adanın önünden geçiyordu. Her ikisi de bu ıssız adaya baktılar… Üzeri hurma ağaçları ile, sık fundalıklarla dolu idi.
Elafantin, kayıkçıya adaya yanaşmasını söyledi. Kayık yanaştı, her ikisi de bu adaya çıktılar.. Bu ada ıssız olduğu kadar korkunçtu, daha aşağıda File adası vardı. Burada güzel bir mabet bulunuyordu.
Zehirli yılanlarla dolu, semenderlerin yollardan kaçıştığı bu vahşi adanın, korkunç fundalıklarına beraberce oturdular.
Bu iki genç baş başa geldiler. Elafantin’in siyah saçları, Nil’in üzerini yalayarak geçen sıcak rüzgârın tesirde uçuyor, Murşil’in yüzünü yelpazeliyordu. Bu sessiz yerde seviştiler, sevgilerini birbirlerine isabet ettiler.
Elafantin:
—Murşil, beni çok mu sevdin.
—Bunda hâlâ şüphen mi var?.
—Evlenene kadar şüphem var…
—Nasıl evlenebiliriz, sen bir Mısırlı kızsın, ben Anadolulu bir Türküm!..
—Sizin Eti hükümetinin kanunları bir yabancı ile evlenmeyi men mi eder?
—Hayır, Türk kanunları dünyanın en hür kanunlarıdır. Ben sizin kanunlardan şüpheleniyorum…
—Murşil, ne olursa olsun, iki kalp bir olduktan sonra.
—Doğru. O halde sen babana ben de kendi babama meseleyi açarım…
Elafantin sevindi. Ayağa kalktı, sevincinden koşmak istedi, fakat biraz ötede çöreklenmiş büyük bir çıngıraklı yılanın parlayan gözlerini görünce geri döndü, Murşil’e sarıldı.
—Haydi, Murşil, bu vahşi yerden gidelim.
Her ikisi de sahile doğru yürüdüler. Murşil önde kayığa atlamak üzere idi. Birdenbire Nil’in bulanık suları köpürdü… Büyük bir timsah ağzını açtı, Murşil’e doğru atıldı ve bir hamlede Murşil’i kaparak, Nil’in bulanık sularında kayboldu.
Elafantin bu dehşetli facia karşısında ne yapabilirdi, avazı çıktığı kadar bağırdı. Kendini timsahın daldığı yere atmak istedi. Fakat ne çıkardı:
—Murşil! Murşil, beni bu ıssız a dada yaralı bir kalple yalnız bıraktın nereye gittin.. Ah, ben sebep oldum. Seni bu vahşi adaya niçin getirdim..
Yere diz çöktü, Nil’in çıktığı tarafa bağırdı:
—Amon-Ra. Ben sana ne günah işledim, benim sevgilimi ve misafirimi, benden niçin ayırdın, Nil’in sularında timsahın keskin dişleri arasında bu genci hangi sebeple parçalattın. Amon-Ra, sen hayır kanatlarını ger.. Vahşi timsahtan Murşil’i kurtar!…
Giden gelir mi? Zavallı Elafantin saatlerle Nil’in akar sularına bakarak dövündü. Fakat Murşil parçalanmış, timsaha tatlı bir gıda olmuştu.
Yere baygın düşen bu kızı, kayıkçı gözyaşlarıyla kucaklayarak kayağa aldı. Geldiği tarafa küreklerini çekti..
Bu faciayı Totmozis de duydu. Bu vahşi hayvana karşı ne yapılırdı. Murşil ölmüştü.
Elafantin bu genç için günlerce ağladı… Nihayet bu adayı yüzlerce insana temizletti, burada büyük bir mabet yaptırdı. Mabedin önüne de Murşil’in bir heykelini diktirdi. Kendisi de bu mabede bir daha evlenmemek üzere kapandı.
Elafantin burada hayatını yalnız, sevgilisinin gözyaşları ve hayalde tamamlayarak, sonsuz aşkını bu ıssız a dada ispat etti. Sonradan bu adaya “Elafantin” adası adı verildi.
Yazan: ENVER BEHNAN ŞAPOLYO