İçinde yaşadığımız devrin harp makineleri her bakımdan insana benzemektedirler. İşte koskoca zırhlı, ön ve arkadaki topları, yere oturup ayakları uzanmış ve göğsünü şişirmiş, gözlerini ufka dikmiş birer insan sayabiliriz. Tayyare de keza kollarını ve bacaklarını toplamış, vücudunu bir top haline getirmiş, bir şeyin üzerine atılmış hiddetli bir adama ne kadar benziyor.
Hiç dikkat ettiniz mi? Birçok makineler insana benzer veya hiç olmazsa, vücut uzuvlarımızdan birini andırır. Bunu, en küçük ve basit âletlerde bile görmek mümkündür: Bir çekiç veya keser, kalkıp inen yumruktan başka nedir? Pergel, bir ayağı üzerinde durup öbür ayağını etrafında çevirerek dönen bir insana benzemez mi? Kerpeten, açılıp bir şeyi dişlerinin arasına aldıktan sonra kapanan bir ağız değil midir? Bir dikiş makinesi bir eliyle batırdığı iğnenin ipliğini alttan diğer eliyle alıp ilmikleyen bir kunduracıya benzetilebilir.
Bu misalleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Varacağımız netice, makinelerin insana ve bunun karşılığı olarak – insanın da makineye benzediğidir. Fakat makinenin insandan evvel yaratılmış olduğuna göre, makineyi taklit eden tabiat değil, tabiatı taklit eden insandır diyebiliriz. Daha doğrusu, gerek insanların, gerek makinelerin bünye teşekkülü, umumî fizik kanunlarına göre vücut bulmuştur. İş görecek kol, ister insan, ister makine kolu olsun, bu kanunlara uyarak hareket etmek mecburiyetindedir. Bu hareketlerin icap ettirdiği teşekkül de ayni esas hatlara bağlıdır.
Az bir kuvvet sarfı ile başarılacak bir iş için, manivelâ kullanmak lazımdır. Bu kanunu kollarımızın teşekkülünde görebiliriz; makinelerin kolları da ayni esasa göre yapılmıştır ve yine kollarımız gibi, birer mafsala bağlıdır. İnip çıkan bir hareket yapmaya mecbur bir makine de, bacaklarımızı taklit etmektedir.
Makineleri, insan vücudu ile olduğu gibi, birçok hayvanların vücudu ile de mukayese etmek ve aralarında benzerlik bulmak kabildir. Bu arada ilk hatıra gelecek misal tankla kırkayak arasındaki benzerliktir. Eğri büğrü bir satıh üzerinde çukurları aşmak, tepeleri tırmanmak için de şüphesiz ki, her ikisine de böyle bir teşekkül lâzımdır.
Fakat bütün harp makinelerinin yalnız muhtelif parçalarının yapılışı bakımından değil, aynı zamanda yaptıkları iş, taşıdıkları mana itibariyle de insana benzediğine hiç dikkat ettiniz mi?
Bir Amerikan ressamı bu meraklı mevzu üzerinde fikir, işletmiş ve tanktan, tayyareden ışıldaklara ve diğer muhtelif harp vasıtalarına kadar bütün silâhların, gerek teşekkülleri, gerek hareketleri itibariyle insana benzediklerini gösteren çok dikkate şayan resimler yapmıştır.
Ressamın fikriyle hareket edecek olursak, bir tayyareyi, kuştan ziyade, kolları ile bacaklarını toplamış, vücudunu bir top haline getirerek, bir şeyin üzerine atılmaya hazır, hiddetli bir adama benzetebiliriz. Teşekkül itibariyle ayni olmakla beraber, ona karşı hücuma geçen bir diğer tayyarede de, yumruklarım sıkıp havaya hoplayarak birisinin tepesine çullanacak vaziyette bir insan hali görülebilir. Tayyarenin rasıt ve pilotu bu acayip insanın hiddetten dönmüş gözleri, pervanesi ise hiddetle söylenen dili yerindedir.
İnce bir buluş kabiliyeti olan ressam, tankı da hakikaten tam kırkayaklı bir acayip mahlûka benzetmiştir. Bu kırkayağın yirmisi bir tarafta, yirmisi de diğer taraftadır. Zırhlı kolları bu ayakların bağlı bulunduğu bir sathı dairevî hareketlerle döndürmektedir. Tankın, benzin dumanını savuran borusu bu harp devinin sivri burnunu teşkil ediyor ve bu savaş vasıtası, zırhla kaplı çehresinde sert bir istihza tebessümü taşıyarak ilerliyor.
Ona karşı çıkan tank topları da, bu devle çarpışmaya girişmiş cinleleri andırıyor. Masalların çevik bacaklı, iki büklüm cüceleri, burada ayaklarına birer lâstik tekerlek geçirmişlerdir. Bu tekerleklerin üzerinde döne döne ilerleyip gerileyerek yürüyen bu cin toplar, zırhtan kalkanları arkasına saklanarak ateş ediyorlar ve bazen uzun burunları kırılarak yere yuvarlanıyorlar.
Fakat zırhlıları bir tek insana benzetmenin imkânı yok. Esasen, büyük bir harp teşekkülü olan zırhlı, birçok silâhları bir arada toplayan bir birliktir. Bunu ancak, el ele vererek, kol kola girerek bir kütle halinde tehlikeye göğüs geren bir grup insana benzetebiliriz. Zırhlının ön ve arkasındaki topları, yere oturup ayaklarını uzatarak, sırtını kuvvetle arkaya dayamış, göğsünü şişirmiş, gözlerini ufka dikmiş birer insan sayabiliriz. Bunların arkasında ayakta duran ve göğsü zırhla, nişanlarla süslü iri yarı cüsseli amiral da geminin kaptan kulesini teşkil ediyor. Bunun arkasında, elinde telsiz direğini tutan kuvvetli yapılı adam da, havadan gelecek her türlü haberi derhal yakalamaya hazır bir memur gibi bekliyor.
Harp makinelerinden aldığımız ilhamları daha ileri götürmek için etrafımıza bakacak olursak, ağır topları, ışıldakları, tayyareleri uzaktan haber alan hususi ses âletlerini ve şehirleri hava hücumlarına karşı maskeleyen balonları görürüz. Bunlardan, ışıldaklarla ses dinleme âletleri, yaptıkları işlerin insan vücudundaki mukabili olan uzuvlara ne kadar benziyor! Işıldak, gökyüzüne doğru açılmış büyük bir gözden başka nedir? Tayyare seslerine karşı gayet hassas olan âlet de ayni şekilde büyük iki kulak demektir ve daima, işittiği sese göre, ışıldağın yardımını isteyerek beraber iş görür.
Ağır topları, bütün vücudu ile ileri uzanan ve başkalarının yardımı ile harekete gelerek karşıya doğru ateş püsküren bir mahlûka benzetilebilir. Ressam, maskeleme balonlarının da lüzumundan fazla yiyip şişerek hazımsızlığa uğramış insanları andırdığını gösteriyor.
İnsanlığın fen sahasında vardığı en son ve muazzam bir terakki eseri olan radyo da harp silâhları arasında sayılmaya başlandı. Bir bakıma doğru olan bu telakkiyi kabul edecek olursa, onu da harp makinelerinin insanla olan benzerliği hakkındaki bu mevzua dâhil edebiliriz. O zaman, radyoyu ayrı ayrı ses ve dille konuşan birçok ağızlı bir insana benzetmekte hiç tereddüt etmeyiz. Hatta bugün propagandada aldığı ehemmiyetli rolü göz önünde bulundurursak, ona her biri ile başka bir istikameti gösteren bir alay kol da ilâve etmek ister.
İnsan hayaline son yoktur. Kimisi muhayyilesini kullanarak, yeni harp silâhları icadını düşünürken, kimisi de bu silâhların işte böyle fantezisini yapıyor. Fakat şu muhakkak ki, Âdemoğlunun dehası daima bir noktada birleşmektedir ki, o da bu dünyanın realitesidir. Hayallere kapılan ve madde ile alâkadar olmaya tenezzül etmeyen eski devirlerin insanları artık mevcut değil. Fakat ne yazık ki, insanların bütün emeği beşeriyetin istifadesine hasredilmiyor, insanların, makinelerinde taklit ettikleri tabiat kanunlarını, bir de kendi işlerinde aynen takip etmeye başladıkları zaman, şüphesiz ki, yeryüzü daha mesut günler görecektir. Tabiat, her şeyde mahlûklara faydalı olmaya çalışıyor ve bütün kanunlar birbirleri ile ahenk içinde işliyor. Bütün makinelerin çarklarının aynı istikamette döneceği günler acaba çok uzak mı? O zaman insan zekâsının kuvveti herhalde dava iyi takdir görecek.