Yazan: Lütfi Arif KENBER (panorama, 1954)
Turizmin hakiki mânası tetkik ve müşahede ifade eder. Yalnız eğlence hüviyetine bürünen seyahatlerin, gezintilerin zevki geçicidir. Fakat etütlere, bilinmeyen şeyleri öğrenmeğe medar olan yolculuklar insanın hem kendine hem de mensup bulunduğu millet ve memlekete büyük faydalar, kültür kazançları sağlar. Asya’nın son merhalesinde bulunan Japonlara garp medeniyetini benimseten amiller bu yolda yapılan tetkiklerin mahsulüdür. Uzak Şark’ın garplaşmasında en büyük rolü Japonya’ya seyahat eden Tarihi tabii mütehassısları oynamıştır. Onlar Japon adalarında gördükleri birçok nebatları, hayvanları Avrupa’ya taşımışlar, üretmişlerdir. Bu sayede Japonlar kendi iklimlerinin bu tabii mevhibeleriyle Avrupa’yı, Amerika’yı baştanbaşa istilâ etmeğe muvaffak olmuşlardır. Japon gülü denilen bir krizantem, çiçeklerin şahı sayılan bir manolya, nebatların cücesi olan bir çam medeniyet dünyasının içinde yaşayan milyonlar ve milyonlarca gönülleri fethetmiştir. Turistik gezintilerin bu bakımdan büyük ehemmiyeti vardır. Seyahat dağarcığına birkaç yeni nebat doldurarak memleketine avdet edenler hem yurtlarına yeni bir varlık kazandırırlar, hem de ilim ve medeniyet tarihine hizmette bulunmuş olurlar. İşte bir İngiliz turisti olan Salisburg’un himmeti ile bütün Avrupa’ya ve İstanbul’umuza kadar yayılan Manolya ağaçları, Japonya’nın cüce çamları 1789’dan beri park ve bahçelerimizin belli başlı varlıklarıdır. 15 – 20 metre kadar yükselen, koyu yeşil yapraklı, haşmetli manzarasıyla ve süt beyaz renginde mis kokulu büyük çiçekleriyle Boğaziçi’nden gönüllere yol açan ve ruhlara neşe saçan manolyalar Japonyalıdır. Bu cinsten daha birçok neviler elde edilmiştir. Pembesi vardır, kırmızısı ve hattâ erguvanisi bile vardır.
Cüce çamlar on sekizinci asrın sonuna doğru Parislileri, Londralıları hayrete düşürmüştü. İnsanın cücesi olur, atın, midilli dediğimiz cücesi olur, tavukların İspenç denilen cücesi olur da çamın neden olmasın? Tabiat kanunları bütün canlı varlıklar için bazı hususiyetler ayırmıştır. Cücelik de bunlardan biridir. Japonya ve Çin’de 15 inci asırdan beri cüce çam nevileri yetiştiren aileler vardır. Ve bu bir sanat halinde her ailede nesilden nesle intikal etmektedir. Meşenin, Akçaağacın da cüceleri yetiştirilmektedir. Fransa ve İngiltere’de 150 – 200 yıllık yaşlanmış cüce Japon ağaçlarından koleksiyon sahibi olanlar vardır. Londra ve Paris çiçekçilerinin bunları 60 – 70 santim olan ve küçük saksılar içinde yaşayan bu cüce ağaçları görenler, bunların 50 – 200 yaş arasında bulunduğuna inanmazlar.
Haklıdırlar, zira: gözlerimiz yaşlıları büyük ve iri yarı görmeğe alışmıştır da ondan… Ya krizantemler… Yunanlıların altın çiçeği, bizim kasımpatı, Fransızların Sonbahar Karliçesi dedikleri bu Japon gülleri medeniyet âlemini teshir etmiş bir çiçektir. Marsilyalı turist Pierre Blancard tarafından 1789 da Japonya’dan Fransa’ya ithal olunmuş ve 1827 de Fransa’dan bütün Avrupa’ya yayılmıştır. İki yüze yakın çeşidi elde edilen Krizantem, Avrupa’da Kraliçeler devrinde bile rakipsiz olarak Sonbahar kraliçeliğine seçilmiştir. Krizantemin en büyük hususiyeti sonbaharda park ve bahçelerimizin süs nebatları solduktan sonra onun gönül tazeleyici çiçekleriyle yeni bir bahar neşesi yaratmasıdır: İlim ve sanat sayesinde 30 – 35 santim kutrunda yetiştirilen çok büyük çiçekli krizantemlere mahsus olarak Paris, Berlin ve Londra’da da her yıl Krizantem sergileri açılır ve büyük mükâfatlar tevzi olunur. İstanbul’da Krizantem meraklıları çoktur ve 10 – 20 santim kutrunda büyük çiçekli nevilerden yetiştirenler de vardır.