1941 Pera Palas’ta patlayan bomba. 1949 Sütlüce Silah Fabrikasındaki büyük patlama.
Kara ve hava yolları taşımacılığının henüz pek yaygınlaşmamış olduğu yıllarda tren, en güvenli ve dolayısıyla en çok kullanılan taşıt aracı olarak başta gelirdi. Bu nedenle, özellikle Batı ülkelerinden İstanbul’a gelenlerin yolculuğu, Sirkeci Tren İstasyonu’nda biterdi.
Sirkeci’de trenden inen yabancılar, zamanın belli başlı üç oteline taksim olurdu: Tokatlıyan, Park Otel ve Pera Palas.
Tokatlıyan ve Pera Palas’ın geniş camlı, yüksekçe Renault marka kaptı kaçtılar (o zaman bu gibi araçlara henüz minibüs adı verilmiyordu), kendi otellerine inecek müşterileri ve bagajlarını alarak Beyoğlu yönünde hareket ederdi.
Bu kaptıkaçtılardan özellikle Tokatliyan’ınkini, üzerinde bulunan Maison Tokatlıyan yazısıyla o devri yaşayanların hatırlayacakları şüphesizdir.
TRENLE GELEN ELÇİ
1 Mart 1941 Çarşamba günü akşamı, Sofya’dan gelen tren. İngiltere’nin, Bulgaristan’daki Büyükelçisi Mr. Rendall ve maiyetini de İstanbul’a getirmekteydi. On gün evvel Üçlü Pakt’a katılan Bulgaristan’ın, Mihver Devletleri saflarına geçmesi üzerine, İngiltere bu ülke ile siyasi ilişkilerini kesmiş, elçisine de geri dönmesi için talimat vermişti.
Büyükelçi Rendall bu talimat üzerine İstanbul üzerinden Mısır’a, oradan da Londra’ya gidecekti. Kendisinin ve yanındakilerin bagajlarının çokluğu, elçiliğin kapanması nedeniyle kesin dönüş yaptıklarını bilenler tarafından normal telakki ediliyordu. Bu kadar bavul, Pera Palas’ın küçük kaptı kaçtısına sığmamış, gelen kafiledekilerin doluştuğu otomobillerin bagajlarına kadar dağıtılmıştı.
Sonunda, 60 kişilik grup, küçük bir konvoy halinde; Şişhane yokuşunu takiben, normal bir yolculukla Tepebaşı’ndaki Pera Palas Oteli’nin önüne ulaşmıştı.
1898 yılında Yataklı Vagonlar Şirketi tarafından inşa edilen Pera Palas, geniş salonları, 113 odası ve bunları dolduran antika sayılabilecek, mefruşatı ile İstanbul’un en önde gelen otellerindendi. Özellikle Atatürk, 1936’dan 1938 yılına kadar İstanbul’a her geldiğinde Para Palas’a iner, pek hoşlandığı ve alıştığı 101 numaralı odada kalırdı.
1941 yılında otelin giriş kapısı ve resepsiyon bölümü, binanın cephesinin tam ortasındaydı. Servis kapısıysa, gene aynı cephenin Tepebaşı tarafındaki köşesine yakın bir yerde bulunuyordu.
Mr. Rendall ve maiyeti, ana kapıdan girip doğruca odalarına çıkmış: bagajlarıysa, arabalardan indirilerek servis kapısı girişine yığılmıştı. Yeni gelenler, etrafa göz atıp kalacakları odalara inerlerken, otel personeli de bu kalabalık misafir grubunu yerleştirebilme çabasındaydı.
Saat, tam 21.35’di.
Birden, korkunç bir patlama, yarım yüzyıllık kale sağlamlığındaki binayı temellerinden sarstı. O anda, ortalık, ana baba gününe dönmüştü. Otelin kubbeli giriş tavanı çökmüş, camlarının tümü civardaki binalarınkiyle beraber kırılmış, eşyaları birbirine geçmişti.
Daha kötüsü, patlamanın olduğu yere yakın bulunanlar-darı yedi kişinin parçalanmış cesedi yerde yatmaktaydı.
Bunlardan ikisi sivil Türk polisi, ikisi otel personeli, geri kalanlardan ikisi İngiliz kadın sekreterler ve bir de şofördü. Patlamanın şiddetinden, otelin müdürü bulunduğu yerden on metre ileriye fırlamıştı. On kişiyi bulan yaralılar, ilk vasıtalarla hastanelere tanışacaklardı.
On dakika önce, odasına çıkan Mr. Rendall, olaydan yaralanmadan kurtulmuştu.
Olanların heyecanı henüz yatışmadan, Pera Palas’ın arka tarafına tesadüf eden Cumhuriyet Bahçesi önündeki asfalt üzerinde patlamamış halde saatli bir bomba bulunmuş ve derhal gerekli tertibat alınarak patlaması önlenmişti.
BAVULA KONAN BOMBA
Yapılan tahkikatta, patlama nedeninin, Bulgaristan’dan hareketten önce, kafilenin bavullarından birine yerleştirilen saatli bomba olduğu anlaşılmıştı. Bomba, muhtemelen Sirkeci istasyonunda trenden iniş esnasında patlamak üzere ayarlanmışken, mekanik bir nedenle yarım saat kadar gecikme yapmıştı. Sonradan, otelde diğer bir bavul içerisinde de, bir bomba bulunarak, etkisiz hale getirilmişti.
Pera Palas Otelini birbirine katan bomba olayı, ikinci Dünya Savaşı’nın en ilginç siyasi suikastlerinden birisidir.
Bulgar gazeteleri ve Alman radyosu, yayınlarda söz konusu bombanın, elçinin eşyaları arasına Bulgaristan’da karıştırılmış olduğunu kabul etmemiş ve olayın suikastten korkan Mr. Rendall’in daima yanında taşıdığı bombanın patlamasıyla meydana geldiğini iddia etmiştir.
Türk gazeteleriyse, atılan bombanın Mr. Rendall’in şahsına değil, Türkiye’nin güvenliğine karşı tertiplenmiş bir suikast olarak telakki edilmesi gerektiğini yazmışlar, İstanbul otellerini dolduran yabancıların ve diğer unsurların sıkı bir kontrole tabi tutulmalarını istemişlerdir.
12 Mart günü, sıkıyönetim idaresi, olayda yaralananların resimlerini basan Vakit, Akşam, Son Posta, Sabah, Tasvir-i efkar, Tan, Vatan ve Halk Gazetelerini kapatmıştır.
Bu badireden o devrin parasıyla 580 bin lira zararla çıkan Pera Palas, dava açtığı halde, İngiltere’de takip ettirebilme olanağını bulamadığından, hiçbir tazminat alamamıştır.
İSTANBUL’UN GÖBEĞİNDE PATLAYAN CEPHANE FABRİKASI
Özel sektör olarak savaş endüstrisi için memleketimizde silah ve cephane imal eden sayılı firmalardan biri de Nuri Killigil’inkidir. Killigil ismini, 1940’ların son yıllarında orduda bulunanlar gayet iyi hatırlayacaklardır.
“Madeni Eşya Sanayii” kisvesi altında, Haliç’in Sütlüce sahilinde faaliyette bulunan Killigil fabrikası, Türk Ordusuna olduğu kadar yabancılara da iş yapmakta; Mısır, Suriye ve Pakistan’dan silah ve cephane siparişleri almaktaydı. Bunlardan Mısır ve Suriye’nin verdiği siparişler, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından iptal ettirilmiş, Pakistan’ınki ise imalata alınmıştır.
Görüldüğü gibi, fabrikayı oluşturan gösterişsiz binalarda yapılan iş, hiç de küçümsenecek çapta değildi. Üstelik fevkalade tehlikeliydi…
SAAT 17,02
2 Mart 1949 günü, saat beşi iki dakika geçe, Halıcıoğlu itfaiye Grubu erleri, Sütlüce yönünden yükselen yoğun bir siyah duman fark ettiler. Açık bir yangın alameti saydıktarı dumanın nedenini araştırmak üzere hareket eden itfaiye, Sütlüce’deki Killigil Fabrikası yakınına geldiğinde, kulakları sağır eden üst üste üç patlamayla olduğu yerde kaldı.
Normal bir yangına su sıkmak için hazırlanan itfaiyeciler, patlamalar ve ortalığı saran barut kokusu yüzünden bir fayda sağlayamıyor, elleri kolları bağlı bekliyorlardı.
İlk patlama kimya hanede olmuştu… Tahkikat raporunda, buna neden olarak, “tav dolabındaki fulminata fazla cereyan verilmesi” gösteriliyordu. Sonradan cephane deposuna sıçrayan ateş, mermilerin patlamasına yol açmış, ertesi gün bile duman ve patlamalar devam etmişti. Barut kokusu, Galata Köprüsü’nden hissedilmekteydi.
Çok ani olarak bastıran yangında, fabrikanın sahibi Nuri Killigil de dâhil olmak üzere, birçok personel hayatını kaybetti.
Fabrika çevresi, kordon altına alındı. İçişleri Bakanı, Ankara’dan gelerek tahkikatla bizzat ilgilendi.
Olayın yankısı büyüktü. Şehir içerisinde bir cephane fabrikasının faaliyetine nasıl izin verilmişti?
SİYASİ BİR SABOTAJ MI?
Nuri Killigil’in, Suriye ve Mısır’dan siparişler almasının, Arap – Yahudi düşmanlığının süregelmekte olduğu o günlerde, bazılarının aklına siyasi bir sabotaj ihtimalini getirmekteydi.
18 Mart’ta olay mecliste konu edilirken, bazı milletvekillerinin “Hadise ört bas edilmeye çalışılıyor…” demeleri, bu ihtimali gözden uzak tutmadıklarını gösteriyordu.
23 Mart’ta başbakan, mecliste açıklamada bulundu. Bu açıklamanın arkasından yapılan kapalı celsede ne konuşulduğunu kimse bilmiyordu. Bilinen şey, müzakerelerin olayla ilgili olduğuydu.
15 Mart 1949’da, Tekirdağ’da bir cephanelikte vuku bulan patlamadan bahseden İngiliz gazeteleri, “Türkiye’de, neler oluyor? Son günlerdeki patlamaların nedeni nedir?” diye, sormaktaydı.
14 Nisan günü, Beyazıt’ta Sahaflar Çarşısı’nda saatli bomba bulunduğu ihbar edildi. Son süratle olay yerine giden polis, boş bir mermi kovanının içerisinde sarılmış bir tel parçasıyla karşılaştı. Bu olay da, soğuk ter döktüren bir şaka olarak gazete sütunlarına geçecekti…