TEKFUR Sarayı (Konstantin sarayı).
Edirnekapı’da tramvaydan inip meşhur Kariye Camiine gidip görenler, bu sarayı gezmeden geri dönüyorlar. Turistlerin rehberlerine dikkat ettim: Ezberlenmiş birkaç cümleyi angarya gibi söyleyip gündeliği almaktan başka bir şey düşünmüyor.
Hâlbuki Tekfur Sarayı, Kariye Camiine çok yakın… Surlara yapışmış, şimdiki ölçüleriyle orta büyüklükte, yüksek bir yapı… (Konstantin Porfirojened) tarafından altıncı tepe üzerinde (Edirnekapı) yaptırılmıştır. (Büyük Konstantin) denilen Konstantin Porfirojenet 306337 yılları arasında hükümdarlık yaptığına göre saray da bu sıralarda inşa edildi. Sonradan başka hükümdarlar, bilhassa (İyostinanos) tarafından yeniden yapılırcasına tamir edildi.
Tekfur Sarayını bir akşamüzeri, güneş batarken ziyaret ettik. 19 uncu asırda bu sarayın hala sağlam kalan salonlarında bir cam imalathanesi varmış. Bugün de, yanındaki gecekondularda bir bardak, cam, şişe yapımevi var! Kamyonlar binlerce kilo kırık cam parçası taşıyıp duruyordu. Surların dibinde çingeneler zurna, keman ve deften ibaret orkestralarını kurmuş, rakı içen esnaftan adamları eğlendiriyorlardı? 1724 de burası çini imalatında kullanılmış. 1955 de İstanbul’da (Bizantoloji Kongresi) yapılmıştı. Bizans tarihi ve sanatı ile uğraşan dünya bilginleri İstanbul’a davet edilmişti. O toplantının “şerefine” Yedikule surlarının pek az bir parçası ile buradaki Tekfur Sarayının pek büyük bir kısmı onarıldı… Şimdi güzel, sağlam bir yapı olarak asırlara göğüs geriyor.
308 yılı nerede, 1958 yılı nerede? Aradan tam 1852 sene geçmiş… 17 asırlık binaya ayaklarımı basıp sessiz salonlarda, topraklı koridorlarda, örümcekli kapılarda dolaşırken garip bir ürperme duydum! İnsanların ömrünün kısalığını, çok çabuk parlayıp sönen bir kıvılcım kadar bile olmadığını burada anlıyorsunuz…
Bina dikdörtgen şeklinde ve iki katlı. Dışı kırmızı tuğlalar, beyaz ve sarı mermerler ile süslenmiş… Birinci katı geziyorum. Kuzey yönündeki pencereler yıkılmış. Bu kat törenlerin yapıldığı büyük salonmuş. Bunun üstündeki kata tırmandım. 23 metre uzunluğunda, 10 metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde büyük bir salon var. Bu saray tahta çıkan kralların, imparatorların taç giyme törenlerinin yapıldığı yermiş. Binanın Doğu ve Güneye bakan cephelerinde şahnişter, balkonlar var… Kim bilir bu balkonlarda hangi insanlar ve hangi gözler İstanbul’un ufuklarını seyretti? Ve kim bilir ne aşklar, maceralar, ölümler, saadetler, felaketler burada doğdu, yaşadı, öldü?
Burada insan mazi, denizlerdeki anaforlar gibi kendine çekiyor. Bulunduğumuz tarihten çekiliyor, günlük dert ve sevinçlerimizi, ihtiras ve hatıralarımızı unutuyorsunuz. Yüzlerce yıllık geçmişin sularına dalıp gidiyorsunuz. Tatlı bir unutma ve dinlenme şekli. Hani esrar, eroin, alkol için kendini unutanlar gibi, bir şey? Tevekkeli dememişler, turistler yorulmaz, tam aksi, dinlenir, diye?
Bizans’tan kalan ikinci sarayı görmek için Ahırkapı Fenerinin bulunduğu sahillere yollandım. (Birinci Bazilus) tarafından yaptırılmış, (Mangana) adlı bu sarayın sadece temelleri, bodrumları kalmış. 62 metre uzunluğu ve 45 metre genişliğindeki bodrum katının üzerine aynı mimari tarzında diğer katlar yapılabilir. Bu saraya (Magnora) da deniyor. Büyük salonunda vaktiyle (Süleyman’ın Tahtı) varmış. Bu tahtın etrafında kuşlar, aslanlar, türlü hayvanların heykeli bulunurmuş. Malumdur ki Hazreti Süleyman kurtların, kuşların, cümle hayvanatın dillerinden anlarmış. Kabul merasimlerinde bu tahtın etrafındaki hayvanların bir makine ile başları oynatılır, tahta aslanlar böğürmeye, kuşlar cıvıldaşmaya baslarmış… Ayasofya’nın Güney doğusundaki bu saraydan deniz kenarına giden yola (Kral Yolu) denirmiş ki tamamen mozaikten yapılmış olduğu son yıllarda meydana çıkarılmış ve civarında bir (Mozaik Müzesi) kurulmuştur.
Bu müzeden de, çok İstanbul’un haberi yoktur. Gazetelerdeki müzeler sütununda adı geçmez! İstanbul Vilayet Binası önünde son günlerde tesadüfen meydana çıkan mozaiklerden çok kıymetli ve daha zengindir.
Deniz kenarındaki (Ahırkapı civarındaki) Bizans saraylarına (Bukoleon Sarayları) denirmiş. Jüstinyen’in (527-565) yaptırdığı saray, imparatoriçelerin çocuklarını dünyaya getirirken oturdukları (Porfira) sarayı buradaymış. Ahırkapı ve Kumkapı kıyılarına da (Bukoleon limanı) denir, buraya Bizans donanması demirlermiş. Şimdi surlara yapışık olarak bu sarayların kalıntıları mevcuttur. İkisinin izleri, birinin de tamamına yakın kısmı kalan Bizans sarayları çok ihtişamlıydı. Bunların adı ve yeri belli olanları şunlardır:
Büyük Saray: Büyük Konstantin tarafından yaptırılmış, Büyük Saray şimdiki Sultanahmet Camiinin bulunduğu yerdeydi. Topkapı Sarayı Kapısından Hipodrom, (At Meydanı) nihayetindeki Yüksek İktisat ve Ticaret Okuluna kadar uzanıyordu. 1204 de İstanbul’un Latinler tarafından istilasında harap olmuştu. Üzerine 1618 da Sultanahmet Camii yapıldı.
Hormizdas Sarayı: Ahırkapı Güneyindeydi. Büyük Konstantin tarafından bir İran prensinin oturması için yaptırılmıştı.
Sofia Sarayı: Kadırgada, Cinci Meydanı civarında imiş. Birinci Justinyen’in karısı Sofia adına yapılmıştı. Harap olmuş bir vaziyetteyken bulunduğu yere Üçüncü Ahmed’in kızı Esma Sultan kendi namına bir Saray yaptırdı.
Vlaherna veya Blakerna Sarayı: Edirnekapı ile Ayvansaray arasındaki surlara yakındı. Herakliyüs, sarayı surların içine aldı İmparator Manuel Komnen zamanında Bizanslıların saray erkânı Ayasofya civarındaki sarayları terk edip Halice bakan sırtındaki bu saraya taşındılar. (1143- 1180) Komnen de surları daha ilerlere aldırdı. Etrafa devlet büyükleri, muhafızlar, imparator ailesi ve imparator için daha birçok irili ufaklı saraylar, konuklar, kiliseler, evler yapıldı. Latin istilasında harap olan bu yapılar, sonra gelen imparatorlardan Mişel Paleolog tarafından tamir edildi İstanbul’un Fethi sırasında surlara yakın olan binalar ve bu saray çıkan bir yangında tamamen yanmıştı.
Bu yazı HAFTA Mecmuasının 1958 tarihli sayılarından alınmıştır. Konu ile ilgili çeşitli çalışmalar mevcuttur tabi ki.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri yayını olarak çıkan bu eser çok daha teferrutlı bilgi bulacağınız eserlerden sadece birisi: