Tulûat’ın lügat mânası, zilline doğan şeyler. İkinci anlamı da, bir metin olmadan akla geldiği gibi oynanan oyun demek.
Bugün artık bu oyunu icra eden bir tek sanatçı var: DÜMBÜLLÜ İsmail Efendi. Üsküdar’da Külhan sokağında doğmuş.
(Efendi) kelimesini, Eyüp Sabri Gülener kullanıyor. Darülfünun Edebiyat Şubesinden çıkmış bir lugatçi. 1908 de sahneye çıktığına göre Raşit Rıza ve Behzat Butak gibi ona da bir sanat jübilesi yapmak gerek.
Osmanlı medeniyetinin ilk oyunu Karagöz, sonraları ortaoyununun meydana çıkmasına sebep olmuş. Ortaoyununda başlıca iki komik tip, kavuklu ile pişekâr, Karagöz oyunundaki Karagöz ile Hacivatın, tekâmül etmiş şeklidir.
Tuluat, aslında aklına geleni söyleyip oynamak değil, zamanın hâdiselerini halk gözüyle görüp nükte, espriyle hiciv yapmak. Seyircileri tatlı-tatlı güldürürken göze batan bütün aksaklıkları, tezatları yermek, ayıplamak. Sonra, tulûatçıların belli programları, kuralları var. Oyunlarının adını, söyleyince; “Bu gece şunu oynayacağız” deyince, mevzuu hepsi biliyor. Yalnız kendi rollerini değil, arkadaşlarının rollerini de biliyorlar. İcabında her rolü oynuyorlar.
1863 de ilk Türkçe tiyatro İstanbul’da oynuyor. Böylece tulûat da doğmuş oluyordu. Sadrazam Ali Paşa’nın da yardımıyla Gedikpaşa tiyatrosunda (Güllü Agop Efendi) devamlı Türkçe temsiller oynamaya başladığı zaman hükümet aktörlere ayda altmış altın lira maaş veriyor. Şimdiki rayiçle binlerce liradan fazla! Güllü Agop saraya alınınca onun yanında çalışanlardan Manakyan ve Holas birer trup teşkil ettiler. İlk tulûatçılar, aynı zamanda ortaoyunu oynamışlardı: Hamdi, Küçük İsmail, Abdürrezzak (Abdi) gibi. Bunlar, tuluatta Şevki, Kel Haşan ve Ali Rıza’yı yetiştirdiler. Eyüp Sabri Gülener anlatıyor:
—“Manakyan’ın kumpanyasında tiaytroya başladım. Bir akşam Kadıköyünde Kuşdili Tiyatrosunda, ilân edilen hürriyet dolayısiyle, okuduğum şiiri Hasan (Efendi) duymuş. Benden kendi oyununda karşılıklı oynamamı rica etti. Ne konuşayım, diye sorunca; “Anama-babama sövme hükümetin siyasetine dair laf etme, ecnebilere dokunacak bir şey söyleme; ne istersen konuş, seni cevapsız bırakmam!” dedi. Sahneye çıktık. Beş dakika konuşacakken tam 45 dakika konuştuk. Oyundan sonra Hasan Efendi “Binlerce artistle oynadım. Fakat beni en güzel konuşturan sen oldun! Kaç lira aylık istersin?” diye sorunca ben Manakyan’a bağlı olduğum için otuz altın istedim ki veremesinler, diye! Fakat verdiler. Ondan sonra, 1908 den bu yana memleketimizde ne kadar tulûatçı geldiyse hepsiyle çalıştım.”
“Selâmi İzzet bir konferansında, tiyatromuzu Antuvan’ın Şehir Tiyatrosunu kurmasıyla başlatır. Bu çok yanlıştır. Türk tiyatrosu, herhalde daha eskidir. İkinci Meşrutiyetin ilânı olam 1908 de memleket tiyatro truplarıyla her akşam bu ihtiyacına cevap alıyordu. Şehzadebaşı’nda (Sahnei Heves), (Jön Türk), Beyoğlu’nda Şehremini Rıdvan Beyin oğlu Rıdvan Paşazade Reşat Beyin Burhanettin (Tepsi) ile beraber Odeon (şimdiki Lüks sineması) tiyatrosu, Manakyan’ın (Osmanlı Dram Kumpanyası)… Reşat Rıdvan Bey, bugünkü Üniversite merkez binası önünde, şimdi heykelin bulunduğu yere muazzam bir sahne kurdurup 20.000 kişilik seyirciye 500 aktörlü piyes, (Vatan yahut Silistre) yi oynattı! Sahnede top atışı yaptırdı. Türkiye’de ilk açık hava tiyatrosunu, en büyük mizanseni Reşat Bey yapmıştır!
Antuvan’ı Fransa’dan getiren Darülbedayi’in kurulmasına sebep olan da yine Reşat Beydir. Aynı piyesi Tophane Saat Kulesi meydanında ve Selanik’te de oynattı.
-“Tulûat tiyatrosunun kaybolmaması için sizce ne yapmalı?”
-“Devlet baba yardım etmeli. Meddahlık, ortaoyunu. Karagöz gibi tulûat da millî bir san attır. Çünkü Türkçe ile yapılır. Lisanın inceliğini, cinasları, lâfız sanatlarını, telmihleri gayet ince zarifane, nükteli bir halde seyirciye takdim etmek lâzımdır. Devlet Konservatuvarı’ında tulûata yer verilmeli. Modem tiyatronun yanı sıra bizim olan, bizden olan sahne sanatları da ihmâl edilmemeli!”
-“Tulûat tiyatrosuna ait hatıralarınızdan birini rica etsek?”
-“Binlerce hatıram var; hangisini seçeceğimi şaşırıyorum. Meselâ bir tanesi şu: Şehzadebaşı’nda bir komikler müsabakası yapılıyor. Birinciliği kazanana büyük mükâfat verilecek. Haşan Efendi, Naşit Bey, Komik Fahri, Komik Şevki. Ben o devrin tulûat tiyatrosunun yegâne jönprömiyesiydim. Zaten ortaoyunundaki (Çelebi) tipini modernize edip züppe tipi haline ben getirmiştim. Konuşmalarda ben lâfın dişisini söylüyorum, onlar da erkeklerini… Yani ben onlara (açmaz) lar veriyorum, onlar cevabı nükteli bir şekilde veriyorlar.. Hepsiyle birer perde oynadım. En sonda Haşan Efendiyle… Herkes Hasan Efendi kazanacak zannetti. Fakat sabah dörde kadar süren bu yarış sonunda Hasan Efendi (Müsabakayı Eyüp Sabri kazandı! Çünkü on komiğe ayrı-ayrı mevzularda aynı güzellikte sualler ve cevaplar yetiştirmesi hiçbirimizin yapamıyacağı bir marifettir) dedi. O geceyi unutamam.”
“Size tatlı bir hatıramı daha nakledeyim; müsaade buyurursanız. Meşrutiyette Burhanettin (Tepsi) Abdülhak Hâmid’in Tezer piyesinde oynayan aktör Faik’i bir gün kavga edip kovdu. Bana “Gel buraya Eyüp. Sen bu akşam Melik Abdurrahman’ı oynayacaksın. “Eser manzumdu. Hiç prova yapmamıştık. Fakat sözleri ezbere biliyordum. Çünkü dublördüm. Şehzadebaşı’nda Şark tiyatrosundayız. Eserin müellifi Abdülhak Hamit’te davetli!.. Locasından bizi seyrediyor. Burhanettin Tepsi, eseri muvaffakiyetle oynayıp bitirince biz, halka hitaben “Şaheserin sahibi, büyük üstad dâhiyi âzam Abdülhak Hâmil Beyefendi Hazretleri locadadır.” diye işaret etti: müellif de alkışlandı. Hamit, heyecan ve zevkten gözleri yaşlı kulise geldi. Hepimizi tebrik etti. Ben makyajımı temizlemiş, sakalımı çıkarmıştım. En önemli rolü çocuk kadar bir gencin oynadığını görünce hayretten şaşırdı:
-“Aktörlerin en büyüğü bu küçük delikanlı! Burhanettin Bey sizden çok bu genci tebrik etmeme müsaade buyurun!” dedi. Ertesi günü, Tezer rolünü yapan Suzan Hanım’ı, Burhanettin’i ve beni. Tokatlıyana, ziyafete davet etti.
-“En usta tuluatçılar kimdir, sizce?”
-“Musahipzade Celâl, Nurettin Şefkati, İbnürrefik Ahmet Nuri, Abdürrezzak, daha başkalarıyla oynadım. Kavuklu Hamdi, Hasan Efendi, Naşit ve Dümbüllü büyük tulûatçılardır. Komik Fahri de çok kültürlü bir zattı.”
-“Muvaffakiyetinizin sırrı?”
-“Tahsilli olmam. Benim nüktelerimi not edip kitaba geçirmişlerdir. Şimdi yüzlerce trup Anadolu’da, İstanbul’da benim nüktelerimi kullanır. Bu, buluş ve yaratış ancak kültürle olur.”