Yazan: Rabia ŞAKİR (Yarım Ay 1941)
Rüstem Mısırlı bir şeyhin kölesiydi. Napolyon’un Mısır’ı istilasında şeyh onu bu maceraperest kumandana verdi ye on altı sene; Rüstem onun köleliğini yaptı. Fakat Napolyon İngilizlere esir düştükten sonra Rüstem birdenbire ortadan kayboldu, ancak senelerce sonra meydana çıktı.
Napolyon’un hayatı üzerindeki tetkiklerde şöhret bulmuş olan Fransız müverrihlerinden Julle Choussele, şimdiye kadar bu maceraperest kumandana ait neşrolunmamış birçok hususiyetler kaydetmektedir.
Bu arada en şayanı dikkat malûmatı, on altı sene Napolyon’un hususî hizmetini yapmış olan Mısırlı Çingenelerden Rüstem hakkında vermektedir.
Rüstem Mısır’da şeyh İlyas Ebu Bekir isminde bir adamın kölesiydi. Napolyon Mısırı ele geçirdikten sonra burada yaşayan Memlûkların kahramanlıklarına hayran kalmış, geniş ve kırmızı kilot pantolonları, iri püsküllü koca fesleri veya ipek sarıkları, sırmalı cepkenleriyle Mısırı dolduran bu yiğitlerden kendisine bir maiyet alayı kurmayı tasavvur etmişti. Napolyon’un tasavvuru iki düşünceye istinat ediyordu: Biri kendisini harici ve dahili düşmanlara karşı koruyacak fedailer temin etmek, ikincisi de Mısır’ı zapt etmiş bir kumandanı Fransa’da halkın gözünde daima hatırlatmak…
Napolyon Akkâ’da mağlup olduktan sonra Mısır’a dönerken Yeniçerilere karşı hayranlığını da gizlememişti. Bu maksatla Memluklardan mürekkep bir bölük teşkil etti ve Fransa’ya dönerken bu bölüğü de Marsilya’ya yerleştirdi.
İşte Napolyon’u halkın güzünde daha muhteşem bir halde gösterecek olan bu bir bölük Mısırlı arasında şeyh İlyas Ebu Bekir’in kölesi de vardı.
Rüstem, efendisi tarafından Napolyon’a hediye edilmişti. O bu hâdiseyi, bilâhare başkaları tarafından zapt edilen hatıralarında şöyle anlatır:
“Efendim beni generale götürdüğü zaman bizi salonda kabul etti. Beni görünce ilk yaptığı hareket kulağımı çekmek oldu. Evvelâ bana ata binip binmediğimi sordu. ‘İyi binerim!’ dedim. Sonra kılıç kullanıp kullanmadığımı sordu. ‘Evet, kullanırım!’ dedim ve şimdiye kadar birçok dövüşlerde aldığım yaraları gösterdim ve kılıçtan geçirdiğim düşmanlarımı anlattım. Bunun üzerine ellerimden tutup sıktı ve ismimi sordu. ‘Rüstem’ dedim. Bu isim hoşuna gitti. Ve derhal dönüp içerki odaya girdi. Biraz sonra, kabzasında altı iri elmas tanesi bulunan bir kılıçla, üzeri altın kakmalı bir çift tabanca ile döndü. Bunları bana uzatarak:
— Al, dedi. Bundan sonra bunlar senindir.
Teşekkür ederek bu güzel silâhları aldım. Bana işaret etti, arkasından gittim. Bana kendi odasını gösterdi, akşam yemeğinde kendisine ilk defa ben hizmet ettim. Geceleyin şehir dışında bir araba gezintisine çıkarken beni de aldı, maiyetindekilere benim için bir arap atı verilmesini söyledi. Biraz sonra arabanın yanında, atın üstünde ben de bu gezintiye iştirak ettim. Dönüşte beni yatak odasına kadar götürdü:
—İşte bu oda benim yatak odam, kapının önünde daima yatacaksın, hiç kimseyi içeriye bırakmayacaksın. Haydi, sana güveniyorum! dedi.
Ben de ona şöyle cevap verdim:
—Efendimin emniyetini kazanmakla çok mesut oldum. İçeriye kimseyi bırakmaktan ise ölümü tercih ederim. Dedim.
Sırtımı okşayarak odasına girdi ve ben de vazifeme başladım.
***
Rüstem iri yarı, sert ve iri kemikli, koyu Habeşi tenli bir adamdı. Çok alâyişli bir tarzda giyinirdi, şalvarı andıran bol kırmızı kilotu, geniş ipek sarığı, etrafı sırmalarla işlenmiş mor cepkeni, uzun sarı çizmeleri vardı. Beli çok geniş bir kırmızı kuşakla kaplıydı. Bu kuşağın arasında daima iri kabzalı bir çift tabanca ve koca bir yatağan bulunurdu.
1798 de Napolyon’un maiyetine girdikten sonra Paris’e gelmiş, onunla birlikte Rusya, Avusturya, Labo, Tilsit seferlerine gitmişti. Rüstem efendisine karşı her yerde aynı sadakati taşımıştı. Kanındaki Çingene kanı, ikbalde bulunan efendisi için en büyük fedakârlıkları göstermesinde daima amil olmuştur.
Napolyon 150 kişiden mürekkep olan Mısırlı maiyet bölüğü efradına muntazam bir şekilde aylıklarını verirdi. Bu bölüğün en kıymetli uzvu da Rüstem idi. Fakat Rüstem ilk senelerde üç yıl müddetle aylık alamamıştı. Fakat hiçbir gün de efendisinden para istemeği aklına getirmemişti.
Bir gün Napolyon söz arasında kendisine şu suali sordu:
—Paran var mı Rüstem?
Rüstem çok zeki ve kurnazdı. Vereceği cevabı da zaten hazırlamıştı.
—Hayır, efendimiz, yanımda on param bile yok. Bir kaşmir şalım vardı, tutün almak için onu sattım. Fakat sizin yanınızda bulunduktan sonra o kadar mesudum ki. Napolyon bu sadık kölenin kurnazca sözlerinden çok memnun oldu. Hemen saray nazırını çağırdı ve Rüstem’in tediye edilmemiş üç yıllık aylığını verdikten sonra Rüstem’e yeni bir unvan bahşediyor ve seneliğini 24000 liraya çıkartıyor.
***
Rüstem Napolyon’un hususî hayatının en gizli taraflarına kadar sokulmuş, onun bir sır küpü vazifesini de ifa etmişti. Napolyon’la impratoriçe Jozefin arasındaki bütün asabı münakaşaların en yakın şahidi Rüstem idi. Bazen impratoriçe delice hıçkırıklarla ağlar, Napolyon ise çıldırmış gibi haykırırdı. Rüstem’in o andaki vazifesi bu kavgaları, mümkün olan her şeyi yaparak, başkalarına duyurmamaktı.
Rüstem muhteşem bir hayat sürmekle beraber, kölelikten, kapı uşaklığından, Napolyon’un muhafızlığından kurtulmayı biran için bile olsun düşünmemişti. İmparator ailesi bazen Lüksenburg sarayına, bazen Şantren, bazen de Sen Klu sarayına giderlerdi. Rüstem de onları takip ederdi.
Bugün her kelimesi üzerinde ısrarla durulan Rüstem’in hatıraları, maalesef çok basit bir tarzda yazılmıştır. Esasen cahil bir insan olan bu Mısırlı Çingene, en mühim hâdiseleri en basit kelimelerle anlatmış, mahiyetini idrak edemediği meseleler üzerinde hiç de durmamıştır.
Meselâ Napolyon’a karşı Sen Klu’da bir sui kat meydana çıkarılmıştı. Rüstem hatıralarında bunu şu basit şekilde anlatıyor.
“— Efendim bugün Sen Klu’ya gitti. Galiba iyi olmayan direktörleri kovacakmış. İçlerinden biri generaline bıçak saplama istemiş, fakat iki asker mâni olmuşlar. Madam Bonapart (İmpratoriçe Jozefin olacak) bu iki askerin her birine birer elmaslı yüzük hediye etti.”
Napolyon’un ikbali parladıkça Rüstem’in rolü de ehemmiyetini arttırmış, Fransızların gözünde daha çok büyümüştü. Fakat o bütün bu olan bitenlere karşı da ima lâkayt kalmıştı. Meselâ Napolyon’un ikbalinden ziyade ikametgâhların değişmelerine ehemmiyet veriyordu. Hatıralarının bir yerinde diyor ki:
“— …Bir ay sonra Lüksenburg sarayına geçtik. Çünkü Napolyon kendisini konsül intihap ettirdiğinden beri oturmakta olduğumuz Şantren sarayı bize çok küçük gelmeye başladı”
“—… Artık Sen Klu sarayında oturmaya başladık. Çünkü efendim kendisini imparator ilân elti”
***
Napolyon Vaterlu harbini kaybedip İngilizlere esir düşünceye kadar Rüstem’i azamî bir dikkat ve itina ile bakmıştı. O nu beslemiş, giydirmiş, evlendirmiş, Fransız ressamlarından birine resmini yaptırdıktan sonra bu resmi Mısıra, Rüstem’in anasına göndermişti. Fakat esaretten sonra bütün cihandan gördüğü ihaneti Rüstem’den de görmüştür. Rüstem birdenbire ortadan kaybolmuş ve bir daha ancak seneler sonra ortaya çıkmıştır.
Rüstem bu hareketi ile de bir Çingene olduğunu ispat etmiş, ancak ikbalinde efendisine karşı sadakat göstermişti.
Rüstem Napolyon’un hususi hayatında en mühim rolü, kumandanın gizli aşklarında oynamıştır. Napolyon Mısır’da iken Polen adında bir genç kadını sevmiş, onunla uzun günler heyecanlı ve tatlı bir aşk hayatı geçirmiştir Rüstem bu aşkta uşaklığının en aşağı mertebesine inmiştir.
Napolyon Rusya seferinde Mari Valevska ile çılgın bir aşk hayatı yaşarken de Rüstem’e bu aşkın muhafızlığı vazifesini vermiştir.
On altı yıl 1798 den, 1814 e kadar bir cihangirin hususî hayatına giren ve onunla birlikte teneffüs eden bu Mısırlı Çinğene, Napolyon’un sukutundan çok sonra Fransa’da görülmüş, bilâhare yeniden kaybolmuştur.
Yalnız şunu da hatırlatmak isteriz ki, senelerce evvel birçok Fransız gazeteleri Rüstem’in bir Türk olduğunu, Mısırdaki Türk paşalarından birinin zulmünden kaçarak Napolyon’a sığındığını, Mısır fatihine karşı büyük bir sadakat duyduğunu, Napolyon Elbe adasına sürülmeden az evvel öldüğünü yazmışlardı. Zaman bunun yanlış bir iddia olduğunu göstermiştir.
Rüstem tarihe ancak, büyük bir maceraperestin uşağı ve kara yüzlü bir Çingene olarak geçmiş bulunuyor. Yoksa bir Türk olarak değil…