Sarayda ilk saz ve raks takımı, Yıldırım Beyazıt Han’ı eğlendirme amacıyla, eşi Sırp Prensesi Olivera tarafından kurulmuştur.
Abdülmecit’in tahta çıkışıyla Türk müziği, saraydaki rağbetini kaybetti. Haremdeki saz ve raks heyetlerinin yerini, seçme güzel genç kızlardan kurulu bir “Kızlar Bandosu” aldı. Bu bando “Selam Havası, “Marş-ı Hümayun” gibi batı tarzında tören müziği çalarlardı.
Osmanlı sarayında sayıları zaman zaman 300’ü bulan çeşitli ırk ve milletlere mensup cariyeler yaşardı. Harem dairesini dolduran bu cariyeler, aynı zamanda kendi ırklarının en dilberleri arasından seçilmiş olanlardı. Fetihler devrinde saraya savaş ve akınlar sonunda ele geçen veya devlet ricali tarafından takdim olunan genç kızlar alınırdı. Fetihler devri sona erince, bunun yerini esircilerden satın alınan cariyeler almıştır. Saraya alınacak cariyeler, evvela Harem dairesinin tecrübeli ustaları tarafından çırılçıplak soyundurulup dikkatle muayene edilir, bir hastalıkları veya vücutça özür ve kusurları bulunmamasına, güzelliklerinin eksiksiz olmasına dikkat ve itina edilirdi.
Saraya kabul edilen bu genç kızlar “acemi” diye anılırlardı. Bunlar ilk önce sıkı bir Türk-İslam kültürü ve saray terbiyesiyle yetiştirilirlerdi. Buna kabiliyeti olmadığı anlaşılanlar, daha bu devirde saraydan uzaklaştırılıp esir pazarına gönderilerek satılırlardı. Hırçın ve dik başlı olanlar makbul sayılmaz, yumuşak huylu, itaatli ve nazlı, nazik olanlar itibar görürdü.
Acemilikten sonra “cariye” unvanı gelirdi. Cariyeler sırasıyla “şagird”, “usta” ve “gedikli cariye” olurlardı.
Şagird derecesine gelmiş olanlara istidatlarına göre musiki, rakıs, pandomima, biçki-dikiş, nakış vb. öğretilirdi. Musiki öğretilenler ya bir saz çalar veya sesleri uygunsa hanende olarak yetiştirilirlerdi. Bunların gereği gibi yetişebilmeleri için dışarıdan -saray deyimiyle şehirden- musiki ve rakıs vb. ustaları getirilmesi de caiz görülürdü. Bu “sazende” ve “hanende”lerden “Harem Saz Takımı” kurulurdu.
TÜRK EVİNDE SAZ TAKIMI VE RAKSEDEN KADINLAR
Bir Türk soylusunun evinde, salon. Bir kenarda, dört halayıkın çaldığı müzikle iki genç kadın raks ediyor. Halayıkların çaldığı müzik aletlerinin ikisi rehab, biri santur, biri de teftir. Kuefstein Kontu tarafından 1628’de yapılan bu tabloda, ev eşyası olarak yalnız sedir göze çarpıyor. Yerlerde halılar ve yastıklar var. Resmin altındaki yanda ise şöyle deniyor: “Soylu Türk kadınları sık sık dışarıya çıkmak fırsatı bulamadıkları için kendi aralarında misafirliklere giderek, çalıp oynamakla vakit geçiriyorlar.”
SIRP PRENSESI’NIN KURDUĞU SAZ TAKIMI
Bilindiğine göre Harem’de ilk önce bir saz ve raks takımı, Yıldırım Bayezid Han zamanında ve eşi Sırp Prensesi Olivera tarafından bu padişahı eğlendirmek için kurulmuştu. Osmanlı sarayı daha evvel böyle eğlenceler bilmezdi. Yıldırım Bayezid’i içkiye alıştıran da Prenses Olivera olup sarayda zevk ve safa âlemleri bu suretle başlamış oldu. İstanbul’un fethinden sonra da Bizans saraylarına ait bu gibi zevk ve eğlenceler Osmanlı sarayına sızarak zamanla yerleşmiş ve bu hal III.Ahmet devrinde en yüksek düzeye ulaşmıştır.
Musikiye çok meraklı olup kendisi de seçkin bir bestekâr olan III.Selim, genç ve güzel kızlardan kurulu Harem Musiki ve Raks heyetlerini yeniden organize edip belli bir nizama bağladı. Sazende ve hanendeleri yetiştirmeye ise devrin meşhur musiki üstadı bestekâr Sadullah Ağa’yı memur etti. Küme fasılları düzenlenmediği geceler, Harem dairesindeki Hünkâr Sofrasında Harem Musiki Heyeti’nin geçtiği fasılları dinler, hatta bazen bunlara tamburu ile eşlik eder ve fidan boylu güzellerin emsalsiz rakslarını seyrederdi.
Harem Musiki ve Raks Heyetleri, yine iyi bir musikişinas ve hanende olan II.Mahmut zamanında da devam etmiştir Onun devri, aynı zamanda en büyük Türk musiki üstatlarının yetiştiği bir devirdir. Ancak, batılı bir prens gibi yetiştirilen ve batı musikisine meraklı olan oğlu Abdülmecid’in tahta çıkışından sonra Türk musikisi sarayda rağbetini yavaş yavaş kaybetmiş ve Harem’deki saz ve raks heyetleri de ortadan kalkmış, buna karşılık genç kızlardan kurulu bir bando takımı meydana gelmiştir. Bu kızlar bandosunu hazırlayan ise, bu işe padişahın emriyle memur edilen Muzika-i Hümâyun Kumandanı Becib Paşa’dır.
Bu bandoda görev alan sarışın, kumral, esmer genç cariyeler, vücutlarının bütün güzelliğini ortaya koyan güvez renkli kadifeden dar elbiseler giyerlerdi. Bu elbiseler, üst kısmı kol ve yakaları altın sırmalarla işlenmiş kısa bir ceketle iki tarafları yine altın sırma ile işlemeli dar bir pantolondan meydana geliyordu. Göğüsleri sırmalı kordonlarla süslenmiş, saçları ise kulaklarının hizasına kadar kesilmişti. Başlarında yine güvez renkli kadifeden ve üzerlerine altın yaldızlı gümüş ferahiler takılmış kalıplı fesler bulunuyordu.
En seçkin genç ve güzel kızlardan kurulmuş olan bu bando, saraydaki bütün törenlere katılırdı. Bando şefi de bir genç kızdı. Önde klarnetçilerle flütçüler ve küçük borucular, ikinci ve üçüncü sıralarda büyük borucular, sonra trampet, zil ve davul çalanlar olmak üzere Dolmabahçe Sarayı’nın büyük muayede, yani bayramlaşma salonuna sırayla girerlerdi.
Bando takımı yerini aldıktan sonra verilecek işareti beklerdi. Padişahın gelmekte olduğunu haber veren Büyük Teşrifatçı Kalfa salona girer girmez bando şefi olan genç kız, elindeki sarı maden topuzlu asayı üç parmağının arasına alarak başının üstünde döndürmeye başlardı. İkinci Teşrifatçı Kalfa görününce, asayı havayı fırlatır ve ustalıkla sapından yakalardı. O sırada bando “Selam Havası”nı çalmaya başlar ve padişah tam salona girerken “Marş-ı Hümayun”a geçerdi. Bu, padişahların şahıslarına mahsus olarak bestelenen marştı ve ilk olarak Abdülmecit zamanında bu padişah için bestelenmişti. Bunun için “Mecidiye Marşı” diye anılırdı. Nitekim daha sonra Aziziye, Hamidiye vb. marşları da bestelenmiş ve saltanatı hepsinden uzun olduğu için en uzun süre Abdülhamit’in Hamidiye Marşı çalınmıştır. Aklımda kaldığına göre ve yanılmıyorsam bunun ilk dizesi “Ey veliyy-i ni’met-i âlemiyan şah-ı cihan” şeklindeydi.
Biz yine konumuza dönelim.
Bu bando çalınırken etrafında küçük ve değişik notalı gümüş çıngıraklar sarkan “Japon Şemsiyesi” de tempo ile döndürülerek bandonun ahengine su şırıltısını andıran hoş bir ses çağlayanı katılırdı.
PERTEVNİYAL VALIDE SULTAN, “BANDO”YU “ORKESTRA”YA DÖNÜŞTÜRÜYOR
Abdülaziz devrinde ise, bu padişah Türk musikisine düşkün ve kendisi de usta bir neyzen olduğu halde, bu bando dağıtılmamışsa da, annesi Pertevniyal Valide Sultan bunun kendisine kaba gelen ahenginden hoşlanmadığı için, Harem Bandosu bir orkestraya dönüştürülmüştür. Ancak bu da rağbetsizlik yüzünden birkaç yıl içinde dağılıp gitmiştir. Buna en çok üzülenlerden biri ise, Batı Müziği ile yetişmiş olan ve çok güzel piyano çalıp besteler de yapan Veliaht Murat Efendi (V.Murat) idi ve padişah olur olmaz da Harem orkestrasını canlandıracağını söylerdi. Ne var ki, amcası Abdülaziz’in tahttan indirilişi üzerine başlayan padişahlığı ancak 93 gün ve pek buhranlı bir şekilde sürebildiği için bu isteğini realize edememiştir. Onun yerine geçen II. Abdülhamit de Batı Müziği ile yetişmiş olduğu halde Türk musikisini de sever ve dinlerdi. Bunun için ağabeysi V.Murat’ın yapamadığını yaparak Harem’de bir orkestra kurduğu gibi, Türk musikisi için de mükemmel bir “İncesaz” takımı meydana getirmiş ve bunlar saltanat rejimi sona erene kadar devam etmiştir.
(1944)