TARİHTE CARİYE ALIM SATIMI
İbrahim Hakkı KONYALI, yedigün 1937
TOPKAPI sarayı müzesinde sanat bakımından çok yüksek iki tablo gördüm. Cariye alım ve satımını tasvir eden bu iki sanat eseri bana kölelik tarihini hatırlattı. Köleliğin tarihi beşeriyet kadar eskidir. iptidai heyeti içtimaiyelerde insan çalışma zaruretini ve mecburiyetini hissettiği gün, yorgunluk ve meşakkat veren bu işi kendinden daha zayıfına gördürmeyi düşünmüştür.
İşte esaretin tohumu böylece atılmış ve daha sonra mağlup ve zayıf insanlar tabii hürriyetlerinden mahrum edilerek alınır, satılır bir meta haline konulmuşlardır. İlk çağlarda fırsat bulunca düşmanım öldüren fertler veyahut ordular, sonra bunları diri diri yakalayarak çalıştırmak için boyunlarına esaret zincirini vurmuşlardır.
İlk devirlerde muhtelif milletlerin kölelere karşı aldıkları vaziyet başka başkadır. Eski Mısırlılarda köle bir iş aleti sayılırdı. Aynı zamanda da süs ve azamet ifade ederdi. Saraylarda köle, ihtişamın bir resmi olarak kabul edilirdi. Köleler devletin âmma hizmetlerinde kullanılan malları idiler. Şiddetli muameleye maruz kalırlardı. Hintlilerin Mano kanunu kölelere karşı pek insafsızdır. Südra denilen bir köle, bir “Brahmen” e söverse, cezası dilini koparmaktı, istihza ederse on parmak uzunluğundaki bir hançer ateşte kızdırılarak kölenin ağzına sokulurdu. Köle bir Hintlinin vazifelerine karışırsa hükümdar ağzına, kulaklarına kaynar zeytinyağı akıttırırdı. Hırsızlık yapan esir yakıldığı gibi bir Brahmen’i döven Südra da diri diri şişe geçirilerek kebap gibi ateşte kızartılırdı. Asuriler köleyi sarayların ve evlerin bir süs eşyası gibi kabul ederlerdi [1].
Milattan 2430 yıl önce hükümdarlık tahtına oturan Hamurabi’nin koyduğu kanunda, köleler hakkında birçok maddeler vardır. Babilonya’da borçlu alacaklısına karısını ve çocuklarını en çok dört seneye kadar köle olarak verebilirdi. Hamurabi kanununda köleler için birçok cezai hükümler vardır. Kanunun 282 inci maddesine göre, bir köle haksız olarak köleliğini inkar ederse bir kulağı kesilmek suretiyle cezalandırılırdı. Kanunun 278 den 283 üncüye kadar olan maddelerinde köleliğin hükümleri anlatılmıştır. [2] Bu kanunda Akat’ların için Karabaşlılar tabiri kullanılmıştır. Bu da Akat’ların kara rengi mukaddes saydıklarını göstermektedir. Esasen Kalde’ler de kara rengi mukaddes sayarlardı. Bir Türk olan Horasanlı Ebu Müslim’in bayrağı ve askerlerinin elbisesi de kara idi Kara bayrak Türklerden Abbas oğullarına da geçmişti. Eski Türkler siyahı takdis eden Kalde ve Akat’lardan esir aldıkça, onlara karabaşlı derlerdi. Biraz aşağıda izah edeceğim gibi Türkçede köleliği ifade eden kelimeler arasındaki Karabaşın manası da bu şekilde verilmiş oluyor [3].
İranlılar köleleri çoban yaparlar, ziynet ve ihtişam malzemesi olarak da kullanırlardı. Ermeniler Enatis mabedinde dişi köleleri ilahi bir fuhşa alet yaparlardı. Kızgın bir ilâhe olan Enaitis’in altı ayda bir yapılan bayram ayinlerinde on binlerce körpe kız oğlan kızın eteklerini kirletmeyi en büyük bir ibadet sayarlardı. Bu törenlerde bütün kızların ırzı her çeşit erkeğe mübah kılınmıştı. Kapadokyada da Komana mabedinde köle kadınlar ayni şekilde mukaddes fuhşa tahsis edilirlerdi.
Türklerle Çinliler ve İbranilerde köleler daha insanca muamele görürlerdi. Yunanlılar da kölelere değirmen taşları çevirttirmek gibi pek ağır işler, verilirdi. Efendisinin sözünü dinlemeyen kölelerin alınlarına kızgın demirle damga vurulurdu. Roma’da köle müzayede ile alınıp satılan bir meta idi. Köleler esir pazarlarında yüksek bir taşın üzerine çıkarılarak teşhir edilirlerdi.
Bir dişi köle satılırken kusur ve noksanı olup olmadığı görülebilmek için çırılçıplak soyularak alıcıların tetkikine arz edilirdi. Bu usul son zamanlara kadar şarkta ve islam dünyasında tatbik ediliyordu. Resimlerini koyduğumuz bu iki tablo, güzel cariyelerin alıcılara nasıl arz edildiklerini pek canlı olarak göstermektedir.
Roma kanunları efendi için kul üzerinde mutlak bir hâkimiyet tanırdı. En hafif ceza, ayaklarına ve ellerine kalın bukağılar takılarak her türlü işkence altında sapana koşmak ve tarla sürmekti. Suçlu köleleri ellerinden asarak ayaklarına ağır şeyler bağlamak da Romanların mücazat usullerinden idi. Son asırlarda köleler hakkında tatbik edilen kanunlar, beynelmilel “Karalar kanunu” adıyla anılırdı. Bu insafsız kanunlarda kölelerin en ufak suçları için idam hükmü verilirdi.
İstırkakanın lâğvi üzerinden henüz bir asır bile geçmemiştir. Mısır; istırkakı meneden mukaveleyi altmış sene evvel yani 4 Ağustos 1877 de imzalamıştı. Köleler için en iyi ve insanca hükümleri İslamiyet koymuştur. Ve ancak bu adilâne hükmiledir iki, çabucak yayılmıştır.
İslamiyet’te kölelere iyi muamele yapıldığını gösteren en canlı örnek Raşidin halifelerden Ömer’in Kudüs patriki Sofronyos ile görüşmek üzere kölesi ile nöbetleşe bindikleri tek deve ile Ebu Ubeyde ordugâhına gelirken kölesini devenin yularını kendi eliyle çekmiş olmasıdır.
***
Dilimize başka dillerden geçen abid, cariye, esir, halayık, esaret, bende, rik, istırkak gibi kelimeler çokça kullanılıyordu. Hatta bir Türk 42 sene evvel Mısırlı Ahmet Zeki paşanın (Er-rıkku Fi-l-islâm) adlı kitabını dilimize çevirirken (Rık) in Türkçesini bulamadığı için kitabın adını aynen aldığını söylüyordu. Halbuki muhtelif Türk lehçelerinde bu kelimelerin birçok karşılıkları vardı. Meselâ Abit, karşılığı olarak Karabaş, Karavaş “Cariye”, Karnak “Yaşlı halayık”, kul, köle, Tikin; bende karşılığı olarak İnçu, Tarkul, Tutsak, emek; esir karşılığı olarak Bolgun, Bulun, Guma; “Odalık” İtüz, Olca, Polun, Talak; cariye karşılığı olarak, Bulgun, Çuri, Dedek, Guca, Guncacı, Karnık, Kırkın, Kırnag, Koşarta “müstefrişe”, Kung, Kün “odalık” kullanılmaktadır.
***
Ben Arapların “Rık” kelimesini köle olarak tercüme ediyorum. Cariyeler, müstefrişeler, halayıklar, odalıklar dişi; Gülâmlar, Tavaşiler de erkek kölelerdir.
Savaşlarda alınan esirler gibi hususi kanunlarla bir milletin kendi içlerinden doğan ve tabii hürriyetlerini kaybeden – erkek, dişi – bütün insanlara dilimizde köle denir. Cahili devirlerde Araplar kumar oynamak suretiyle birbirlerini köle yapıyorlardı. Meşhur Ebu Leheb ile As bin Hişam her kim kaybederse diğerine köle olmak şartı ile kumar oynamışlardı. Ebu Leheb kazandığı için As kölesi olmuş ve develerini gütmüştür. İslâmiyetten evvel Araplar pazardan aldıkları köleleri boğazlarına ip takarak hayvan gibi evlerine götürürlerdi. Köle harp esiri ise kahkülü kesilerek – necat fidyesi – verilinciye kadar saçı ok kuburuna konurdu [4].
***
Orta zamanlarda ve İslam tarihinde cariyelerin yerleri pek büyüktü. Müslümanlar müreffeh bir heyeti içtimaiye olgunluğuna eriştikleri zaman, israf, sefahet, zevk ve cefa temayülleri de artmıştı. Beytülmal denilen millet hazinelerinden paralar şuna buna sel gibi akarken kıymetli taşlar ve elbiseler nasıl hediye edilirse, güzel cariyeler de bir hediye metal gibi büyüklere sunulmaya başladı. Abbasi halifeler zamanında zadelerin ve zenginlerin birçok cariye sahibi olmaları, salgın bir moda halini almıştı. Harunurreşit Bezl adlı güzel bir cariye için tam iki milyon dirhem saymıştı. Cariyelerden sultan olanlar ve çocuk doğurarak hanedan azasına karışanlar da pek çoktu.
Cariyelerin fazla rağbet görüşü esircilik ticaretinin inkişafına sebep olmuştu. Esirciler dünyanın dört tarafından Türk, Hint, Gürcü, Hatay, Ermeni, Rum, Berberi, Nube, Sudan ve Habeş cariyeler getirterek bunlar hususi bir talim ve terbiyeden sonra, saraylara yüksek fiyatlarla satarlardı. Harunurreşit Parmak oğlu Yahyanın Denanir adlı bir cariyesine abayı yakmıştı.
***
Kölelik lağvedilinceye kadar bütün İslam şehirlerinde birer esir pazarı vardı. İstanbul’da Tavukpazarında da muazzam bir esir pazarı ve bu esirhanenin emini, ağası, kethüdası, şeyhi, çavuşları vardı. Dördüncü sultan Murad’ın yaptırdığı büyük geçit resmine esirhane teşkilâtı ile İstanbul’da bulunan iki bin esirci iştirak etmişti. Tafsilâtını şen seyyahımız Evliya Çelebinin ağzından dinleyelim [5]:
[Esnafı emaneti esirhane:
Ağası 1 ve neferatı 400 dür. Kethüdası, şeyhi, çavuşları, esir tellalları vardır. Hepsi rü’sü hümayun ile zapt ederler. Senevi yüz keseye iltizamdır. Haneleri Tavukpazarında kale misali üç yüz hücreli tahtani ve fevkani odalardır. Demir kilitli kapısının dibinde emin sakin olup beyüşera olunan Gûlâm ve cevariden öşür alınır…
Esnafı bazirgânı esirciyan:
Neferatı iki bindir. Dükkânları esirhane hücreleridir. Bu taife Gürcistan, Migrilistan, Davcan, Abazistan, Çerkezistan ve Kırımdan gaza malile gelmiş ve iğtinam olunmuş Gılman ve Cevari’yi süsliyerek anları sürü sürü elele verdirip piyadece Alayköşkü dibinden ubur ettirirken saadetlû padişah yüz adet âfitap misali Gürcü ve Abaza ve Çerkez Gulâmlarını sarayı hasa alıp sahiplerine beleğan mabelağ ihsan etti. Sonra esirhane emini dahi libası fahirlere müstağrak olarak ubur etti. Andan sonra nice bin pak ve bakire esir kızlar, sülün gözlü, münevver yüzlü, mahcup duran esir Gilmanlerini şatırlar önüne alıp saf saf ubur ederler.]
İbrahim Hakkı Konyalı
[1] Er-rıkku Fi-l-islam (Mısırlı Ahmet Zeki paşanın).
[2] “Hamurabi kanunu” Avram GaIanti’nin tercemesi. Sayfa 34 ve 64.
[3] “Topkapı sarayında deri üzerine yapılmış eski haritalar” adlı kitabım. Sayfa 232.
[4] Medeniyeti İslamiye tarihi cilt, 4 sayfa, 36.
[5] Evliya Çelebi seyahatnamesi. Cilt 1, sayfa 563 ve 564.