İkisi de Almandı. Diver kendisini Berlin’de münteşir bir gazeteyle iki spor dergisinin muharriri olarak tanıtıyor, fotoğrafçılığını da kız kardeşim dediği Martha yapıyordu. İstanbul’da çok kısa bir zamanda iyi bir muhit edinmiş, bilhassa sosyeteye mensup bazı tanınmış kimselerle düşüp kalkmaya başlamışlardı. Bu arada Diverr spor muhipleri ile de daima temas halinde bulunuyor. Almanya’da ki spor çalışmaları hakkında konferanslar veriyor, Martha da bol bol resim çekiyordu.
Sosyete ileri gelenlerinin, sporseverlerin ve hatta bazı tanınmış basın mensuplarının sevgi ve itimadını kazanıp, kendisinden “Ha kiki bir centilmen” diye bahsettiren Diver’le güzelliği, şuhluğu, neşesi dillerde dolaşan Martha birer casustan başka bir şey değillerdi.
İkisi de Almandı. Fakat casusluğu Almanya için değil Sovyetler için yapıyor, Rusya hesabına çalışıyorlardı. Kardeş de değillerdi. Uzak veya yakın bir akrabalıkları bile yoktu. Aralarında genç bir adamla genç bir kadın arasında mevcudiyeti tabii görülebilen bir yakınlık, cinsi bir bağ da mevcut değildi. Sadece bir mesai arkadaşıydılar.
İstanbul’a sırf Ruslar hesabına casusluk yapmak maksadıyla gelmiş, bu iş için bir zemin, bir muhit hazırlarken de kendilerini her kese kardeş olarak tanıtmayı uygun bulmuşlar, Martha:
— Karı koca olarak gözüksek daha iyi değil mi? diye sormuştu.
Diver:
— Hayır, demişti. Kardeş olarak gözükmemiz daha münasiptir, işimizi yürütmek için sen erkeklere, ben de kadınlara sokulacağım. Türklerin en münevver, en ileri görüşlü kimseleri bile pek serbestçe hareket eden karı kocalara iyi nazarla bakmazlar. Bekâr iki insanın hareketleri daha müsamaha ve anlayışla karşılanır,
Diver Herrberecht, casusluk işine sırf bol para kazanmak ve maceraperest ruhunu tatmin etmek için girmiş. Berlin’de bir gece kulübünde tanışmış olduğu Martha’yı da peşinden sürüklemişti. Diver yaratılış itibariyle son derece zeki, cesur, atılgan ve macera sever bir adamdı. Genç yaşında subay çıkarak Alman Ordusunda vazife almış, 2 nci Dünya Savaşının ilk günlerinde meşhur S.S. subayları arasına katılmış, bir müddet sonra da Hitler’in muhafız subayları arasında yer alarak, Nazi Liderinin yaverlerinden biri olmuştu.
Rusların Berlin’i ve Hitler’in sığınağını muhasara ettikleri günlerde Diver, birden ortaya bir Sovyet aşığı, bir Komünizm hayranı olarak çıkmış, diğer S.S. subayları tarafından vurulacağını anlar anlamaz firar edip kayıplara karışıvermişti.
Diver, kaçtıktan ancak 56 yıl sonra, Berlin’in ikiye bölünmesini müteakip ortaya çıktı. O güne kadar nerede saklanmış, neler yapmıştı? Bu bilinemiyordu. Bir fikre göre bu 56 yılı Rusya’da geçirerek casusluk sanatını öğrenmiş, bir başka fikre göre de vaktini Küba ve Kanada’da geçirmişti.
Martha ile Diver casusluk faaliyetine İstanbul’a geldikten ancak beş ay kadar sonra giriştiler. Kendilerine Türkiye’nin NATO ile olan münasebeti ve kurulmasına çalıştıkları Bağdad Paktı’nın mahiyetiyle bu pahtın stratejik planları hakkında bilgi edinmeleri vazifesi verilmişti.
Diver casuslukla ilgili emirleri doğrudan doğruya Rus Konsolosluğundan alıyor, ancak casusun resmi Sovyet makamlarıyla temas halinde bulunduklarının anlaşılıp görülmemesi için aradaki irtibatı Rus Tass ajansının İstanbul muhabiri Leonaskov temin ediyordu.
Gene o sıralarda Boğazdaki müstahkem mevkilerin yerlerinde geniş ölçüde değişiklik yapılmış, Istanbul’un havadan ve denizden müdafaası konusunda günün icap larına göre tedbirler alınmıştı. Diver’le Martlıa’ya verilen vazif e lerden biri de bu mevztılar etrafında bilgi toplamaktı.
Her iki casus ta artık paçaları sıvamışlardı. Geceyi gündüze katarak çalışıyorlar, kendilerine verilen işi hakkıyla başarabilmek için mümkün olan her şeyi yapıyorlardı, Gizli işlerinde bir hayli de muvaffak oldular. Biraz zaman daha geçmiş olsaydı daha çok işler yapacak ve Rusların pek önem verdikleri Bağdad Paktına ait stratejik planları da elde edebileceklerdi. Fakat hiç beklenmedik ânda aşk adı verilen duygu her şeyi altüst ediverdi.
Bir Temmuz sabahıydı. Saat 11’e geliyordu. Emniyet Müdürlüğünden içeriye giren uzun boylu, esmer, yakışıklı genç biz adamla yine genç ve güzel bir kadın nöbetçi memura 1 inci Şube Müdürüyle görüşmek istediklerini bildirdiler. Arzuları derhal yerine getirildi. Esmer adam adeta güçlükle konuşarak Müdüre:
— Adım Garbistir, Beyefendi, dedi. Bu hanım ecnebi. İki ay kadar önce arabasını tamir ettim. Bendeniz oto elektirikçisiyim. Bu vesileyle kendisiyle tanıştık ve seviştik. Niyetimiz evlenmek. Fakat hanım memleketimize karşı bir kabahat işlemiş. Dün gece bana anlattı. Ben de kendisine bunu polise anlatmasını, suçunu ancak böyle affettirebilirsin, dedim. Hanım size her şeyi itiraf etmek ve şayet mümkünse Türk tabiiyetine geçmek istiyor.
Müdür, Garbis adındaki elektrikçiyi dikkatle dinliyordu. Susunca gülümsedi. Sonra genç kadına dönerek:
— Bu iyi bir başlangıç Bayan Martha, dedi. Temenni ederim ki bizimle konuşmakta ve size yardımımızı teminde geç kalmamışsınızdır.
Kadın şaşırmış ve kızarmıştı. Kendisine İngilizce hitap eden şube Müdürüne aynı lisanla cevap verdi:
— Fakat… şey… beni tanıyor musunuz?
— Pek tabii, vazifemiz bu bizim. Sizi, arkadaşınızı tanıyor ve yaptığınız her şeyden haberdar bulunuyoruz.
— Peki niçin yakalamadınız bizi öyle ise?
— Her şey sıra iledir Bayan Martha. Henüz bu işe sıra gelmedi, Mamafih siz bizim bildiklerimizi bırakın da, kendi bildiklerinizi anlatın.
Birinci Şube Müdürünün karşısındaki kadın hakikaten Martha idi. Kalbini genç oto elektrikçisine kaptırmış ve bu sevgide onu her şeyi itirafa zorlamıştı. İstanbul’a geldikleri andan o güne kadar olup bitenleri birer birer anlattık tan sonra söyle dedi:
— Size şimdiye kadar belki de bildiğiz şeyleri naklettim. Fakat bilmediğiniz de var ki en mühim budur,
— Ne imiş o?
— Diver bu gece İstanbul’da bulunan şarklı bir Generali öldürecek ve içinde Bağdad Paktına ait vesikalar bulunan çantayı çalacak, sonra.
— Evet sonra… devam edin…
— Sonra da uçakla kaçacak.
— Yalnız mı?
— Yalnız olur mu? Ben de olacaktım tabii yanında.
Şube Müdürü odadan yıldırım gibi çıkarak sağa sola emirler verdi. Bir saat sonra Diver yaralı olarak yakalanmıştı. Sabık S.S. subayı, Hitlerin sabık muhafızı karşısında sivil polisleri görünce silahına sarılıp ateşe başlamış, mukabelede bulunan memurların attığı kurşunlarla da yaralanmış.
Hastaneye kaldırılan Diver iyileştikten sonra Martha ile birlikte Askeri Mahkemeye verildi. İdama mahkûm edilen casusun cezası bilahare müebbet ağır hap se çevrildi. Martha ise yakayı 4 ay gibi yok denecek bir cezayla kurtarmış oldu.
Martha halen Kurtuluş civarında oturmaktadır. Türk tabiiyetine geçmiş, İslamiyet’i kabul etmiş ve. Mediha adını almıştır. Garbis te Müslüman olmuş, adını Galip’ e çevirmiş ve Martha ile evlenmiştir.
Mediha Hanım şimdi iki çocuğunu yetiştirmeye akşamları yorgun argın evine gelen kocasını mesut etmeğe çalışmakta. Kendisini seven ve sayan komşuları ise onun eski bir casus olduğunu bilmemektedirler.
SON
]]>Meşhur 6-7 Eylül olayları bir anda patlak vermiş, dükkânlar, mağazalar yıkılmış, bir takım soysuzlar da fırsatı ganimet bilerek çapulculuğa başlamışlardı. İşte o günlerde kelimenin tam manasıyla Türk düşmanı bir Yunan casusu yakalandı ve Askeri Mahkemeye verildi. Bir çığ gibi bir anda büyümüş olan hadise esnasında gazetelere intikal etmeyen, sonra da o günlerde neşri mahzurlu görüldüğü için basına duyurulmayan bu casusluk olayının iç yüzünü bugün açığa vurulmasında hiçbir mahzur görülmemektedir.
Yıkma, kırma ve yağma hareketinin merkezini Beyoğlu teşkil ediyordu. İstiklal Caddesinde bulunmak ve hadisedeki tahrikçileri tespit etmekle vazifelendirilen genç bir memur bir ara gözlerini temiz pak giyinmiş, yaşlı, kır saçlı bir adamla uzun saçları rüzgârın tesiriyle uçuşan uzunca boylu, narin yapılı genç kadına dikti. Çiçek Pasajının büyük kapısı önünde duruyorlardı. Yaşlı adam bir sinema makinasıyla filim kadın da resim çekiyorlardı.
Hava kararmak üzereydi. Genç memur bu işte bir acayiplik sezer gibi oldu. Hadiselerin başladığı dakikadan o ana kadar bu kadın ve bu erkekle belki onuncu defa karşılaşıp, yüz yüze geliyordu. Onlardan yana bir daha baktı, Evet yanılmıyordu. Onları her seferinde de resim veya filim çekerken görmüştü.
— Acaba, diye düşündü. Nedir maksatları bunların? Hele bir ilgileneyim şu işle.
Gazetelerin foto muhabirleri vızır vızır ortalıkta dolaşıyordu. Gidip bunlardan birkaçıyla görüştü. Genç kadının da, yaşlı adamın da basınla hiçbir ilgisi yoktu. Kimse tanımıyordu onları. “Belki de merak saikasıyla çekiyorlardır.” diye bir sebep bulmak istedi. Bu da olmadı. Meraklı insan nihayet 5 – 10 poz resim, bir iki bobin de film çeker. Hâlbuki bunlar makinalarını durmadan hareket halinde bulunduruyorlardı.
Bu işin içinde mutlaka bir iş var, diyen memur o dakikadan itibaren kadınla erkeği takibe başladı. Yaşı 68’i bulmuş olan, fakat daha genç ve dinç gösteren adamın adı Lomburas Gülakis. Yaşının 26 olduğu anlaşılan uzun saçlı kadının ise Kalyopi idi. Genç memur adamın Şişli’de, mükellef bir apartman katında, kadının Nişantaşı’nda, Aleko adında bir Ruma ait evin bir odasında pansiyoner olarak oturduklarını tespit etti. Evlerine gitmeden önce ikisi de Eleniki Enosis ismi verilen Yunanlılara Yardım Derneğine uğramış, filim ve fotoğraf makinalarını burada bırakmışlardı.
Faaliyet sahası pek esrarlı olan Eteniki Enosis Cemiyeti memleketinizde 1933 yılında kurulmuş, buranın ilk üyelerinden olan Lomburas Gulakis üç yıl sonra bu cemiyetin umumi kâtipliğine getirilmişti, Türkiye de doğup büyümüş olmalarına rağmen ikisi de ceplerinde Atina menşeli birer pasaport taşıyor ve Yunan tabiiyetinde bulunuyorlardı.
Bütün bunlar, genç memurun şüpheli durumu bildirmesi üzerine o gece tespit bulmuş, ertesi sabahtan itibaren de Lomburas’la Kalyopi’nin adım adım takibine geçilmişti.
Sekiz Eylül sabahı evinden çıkan yaşlı adam Taksim civarında kırmızı suratlı bir adamla buluşmuştu. Bu adam Yunan Elçiliğinde Ateşe olarak bulunan Albay Petro Pulos Yordanis’ti . Lomburas, birkaç gün sonra da Yunanistan’ın Ankara Büyükelçiliğinde vazife gören fakat her ayın 20 gününü mutlaka İstanbul’da geçiren Albay Mutusis ile temasa geçti.
Yunan Hükümetinin bu iki yüksek rütbeli subayı Türk Emniyet Makamlarınca birer casus olarak biliniyor, her hareketleri kontrol altında tutuluyordu. Lomburas adındaki yaşlı adamın Yunan Subaylarıyla ne alıp vereceği vardı acaba? Sualin cevabı kısa zaman da verildi. Çünki Eleniki Enosis Cemiyetinin Genel Sekreteri de Türkiye aleyhine Yunanistan lehine çalışan yaman bir casustan başka bir şey değildi.
Losmburas Gülakis tam bir ay geceli gündüzlü takip olundu. Faaliyet sahası, düşüp kalktığı kimseler, casusluk konusunda kendisine yardım edenler birer birer tespit edildi.
Lomburas, halen Kıbrıs’ı kana boyamaya çalışan Papaz Makarios’la temas halindeydi. O zamanki Kıbrıs hadiseler hakkında Makarios’tan direktif alıyor, İstanbul’da da bir takım kanlı hadiseler çıkartmaya çalışıyordu. Yunanistan’ın İstanbul’daki en sayılı casuslarından biriydi. Yıllardan beri menhus faaliyetini herkesin gözünden saklamağa muvaffak olmuş, bazı mühim Askeri sırları Yunanlılara tevdi edebilmek imkânını bulmuştu. Bu arada 6 – 7 Eylül hadiseleri sırasında gizli kalması gereken bazı sırları da gene Yunanistan’a göndermek fırsatını kaçırmamıştı.
Bir gün, hiç beklemedikleri bir sırada Lomburas, Kolyepi ve ayrıca üç suç ortağı tevkif olundular. Duruşmaları Askeri Siyasi Mahkemede yapıldı. Mahkeme Heyeti: Başkan Hava Yarbay! Mustafa Kartal, Hakin Yüzbaşı Ümid Laçin, üye Hava Binbaşısı Ahmet Tecer ve Savcı Orhan Ak kayadan müteşekkildi.
Casuslar ilk önce inkâr yoluna sapmak istediler. Fakat önlerine konan delillerin kesinliği karşısında suçlarını itiraftan başka çıkar yol bulamadılar, üç ay kadar devam eden duruşma sonunda yaş durumu göz önünde bulundurulan Lomburas 15 yıl ağır hapis cezasına mahküm olundu. Diğer casuslar ise işledikleri suç şekillerine göre 5 ilâ 10 yıl arasında ceza yediler Yunan casuslarına ait duruşmanın sona erdiği gün gazetelerimizde Yunan Başvekilinin uzun bir beyanatı çıktı. Ekselans Türk – Yunan dostluğundan bahsediyorlardı.
Haftaya Hitler’in Yaveri İstanbul’da Casusluk Yapıyordu
]]>Bir sigara yaktı. Sonra emir erine seslendi:
— Hüseyin
— Buyurun komutanım.
— Haydi aslanım bana şöyle şekeri bol tarafından okkalı bir kahve yap bakalım.
— Baş üstüne komutanım.
Emir eri odadan çıktıktan sonra genç Yüzbaşı koltuğunu pencere kenarına çekti. Buradan Boğaz tabak gibi görünüyordu. Uzaklara, biraz önce haritasını yapmakla olduğu yerlere zevkle baktı. Yorgunluğu geçer gibi olmuştu. İşte tam bu sırada kapının zili çaldı.
Yüzbaşı ilk defa aldırmayacak oldu. Fakat aklına Hüseyin’in mutfakta kahve pişirmekte olduğu geldi. Adamının huyunu bilirdi. Değil zil çalması, yer yerinden oynasa aldırış etmez, kahvenin köpüğü taşıverir diye cezvenin başından ayrılmazdı. Sigarasını fırlatıp pencereden aşağıya uçurduktan sonra gidip kapıyı açtı ve bundan dolayı da pişman almadı.
Karşısında Lokman Hekimin ye dediği nesnelerden biri duruyordu. Bu nesne 23 — 24 yaşlarında nefis bir sarışındı.
Harita Yüzbaşısı mesleki bir tecessüsle sarışını gözden geçirdi. Mükemmel… Hatlar, tepeler, virajlar, düz satıhlar… Hakikaten her şey pek mükemmel. Yüzbaşı topografya üzerindeki ihtisasını arttırmaya çalışırken sarışın dile geldi:
— Affedersiniz sizi rahatsız ettim.
— Estağfurullah, bir emriniz mi vardı?
— özür dilerim, ben karşınızdaki dairede oturuyorum. Başıma ani bir ağrı girdi. Bugün Pazar olduğu için eczane ve bakkal da kapalı. Sizi rahatsız etmek istemezdim ama baş ağrısı için bir ilacınız var mı?
— Aman Hanımefendi, bu işin rahatsızlığı olur mu hiç…
Buyurun içeri girmez misiniz? Sarışın girdi. Nazlanmağa lüzum görmemişti. Geçip biraz önce Yüzbaşının oturduğu koltuğa yerleşti. Bu esnada emir eri, kahveyi getirmişti. Yüzbaşı bunu kadına ikram, etti. Sonra da bir çekmeceden iki tablet çıkarıp sarışına verdi. Bilahare kendisini takdim etti:
— Müsaade ederseniz kendimi tanıtayım efendim. Madem kapı komşusuyuz!.. Bendeniz Harita Yüzbaşısı Necdet.
— Teşekkür ederim, benim de adım Aysel.
— Memnun oldum, galiba apartmana yeni taşındınız?
— On beş gün oluyor.
— Güzel, fakat ben sizi daha önce de görmüştüm. 4 – 5 gün kadar evvel şimdi hatırladım. Ben apartmandan çıkarken siz giriyordunuz. Zannedersem yanınızda pederiniz de vardı? Aysel sanki komik bir şey işitmiş gibi kıkırdayarak;
— Babam değil
— Kimdir?
— Kocam.
Yüzbaşı Necdet gülümsedi. Yaşı altmışı bulmuş ak saçlı bir koca ve fıkır fıkır yerinde duramayan bir kadın. Doğrusu böyle bir çiftle kapı karşı komşu olmak hoş bir şey olsa gerekti.
İstenilen bir ilaç vesilesiyle vuku bulan tanışma kısa zamanda bambaşka bir safhaya dökülmüş. Yüzbaşı Necdet’le Aysel Sevişmeğe başlamışlardı. Genç kadın:
— Senden ayrı geçen bir günü yaşanmış kabul etmem, diyor.
Yüzbaşı Necdet ise her an daha fazla bağlanıp sevdiği kadına kocasından ayrılıp kendisiyle evlenmesi teklifinde bulunuyordu.
Böylece aylar geçti. Aysel’in kocası ticaretle meşgul oluyor, sık sık Ankara, İzmit, Eskişehir veya Bursa’ya gidiyordu. Yaşlı adamın İstanbul’dan ayrılmasını müteakip genç kadın postu Yüzbaşının dairesine seriyor, ona unutulmaz, tadına doyulmaz aşk saatleri yaşatıyordu.
Aysel Necdet’le münasebet tesis ettikten sonra emir eri Hüseyin’i istememiş, onu evden uzaklaştırmıştı. Bunda da haksız değildi. Yabancı bir kimsenin evli bir kadının sırlarını bilmesi doğru olamazdı.
Bir Cuma günüydü. Yüzbaşı Necdet gece yarılarına kadar çalışmış, Boğazdaki müstahkem mevkilerden birinin haritasını yapmıştı. O çalışırken kocası Bursa’ya gitmiş bulunan Aysel bir divanın üzerinde uzanmış, yüzbaşıyı seyrediyordu.
Necdet sabahleyin mutattan daha erken kalktı. Uyanan Aysel’e
— Rahatsız olma sen dedi. Keyfine bak. Yalnız masama dokunma, Haritayı henüz bitiremedim akşama tamamlarım.
— Olur, sevgilim, geç kalma,
— Merak etme, kalmam. Gelirken bir şey ister misin?
— Hayır canım. İstediğim yalnız sensin. Yüzbaşı gitti ve bir saat sonra geri dönerek evinin kapısından içeriye yıldırım hızı ile girdi. Yalnız değildi. Yanında sivil giyinmiş iki genç adam daha vardı. Necdet’in çalışma masasında oturmakta olan Aysel telaşla ayağa kalkmak istedi. Fakat Yüzbaşı gülümseyerek:
— Zahmet etmeyin Aysel Hanım, dedi. Arkadaşlar yabancı değil. Siyasi Polisten. Nasıl haritanın kopyasını çekebildiniz mi? bari? Aşağı yukarı size bir saat vakit bıraktık.
Sivil gençlerden biri masaya yaklaştı. Sonra arkadaşına dönerek:
— Hanımefendi işini bitirip kopyayı çekmişler, dedi. Artık biz de işimizi yapsak… Haydi Aysel Hanım, giyinin de gidelim.
— Gidecek miyiz, nereye?
— Emniyet Müdürlüğüne tabii. Kocam diye tanıttığınız şefiniz ve diğer üç suç ortağınız da orada sizi bekliyorlar.
Bu hadise 1940 yılında 2 inci dünya savaşının en haraketli günlerinde cereyan etmişti. Yurdumuza daha önce göçmen namı altında Bulgaristan’dan gönderilmiş olan beş kişilik bir şebeke Bulgarlar adına casusluğa başlamış bulunuyorlardı.
Bunlardan şebeke şefi Ömer’le Aysel kendilerine karı koca süsü vererek Bebek’te, bir apartman da yalnız başına oturan Yüzbaşı Necdet’in bulunduğu binaya taşınmış onunla tanışın münasebet tesis etmişlerdi.
Maksat harita Yüzbaşısının sevgi ve itimadını kazanarak eve rahatça girmek ve Yüzbaşının çantasında bulunan veya evde yapılan mahrem haritaların künyesini çekmekti. Bunda da kendilerini muvaffak olmuş sayıyorlardı.
Hakikatte durum bambaşka idi. İlk 15 gün Yüzbaşının aklına bir şey gelmemiş, sonra vaziyetten şüphelenmeğe başlamıştı. Yaşlı koca… Genç kadın… Bir baş ağrısı bahanesi ve sonra çabucak kucağa atılan bir dilber. Bunlar hayra alamet şeyler değildi.
Durumu derhal Siyasi Polise bildirmiş ve Aysel’le kocam dediği ihtiyarın takibine geçilmişti. Bu arada Yüzbaşı kasten açıkta hiç bir değeri olmayan birkaç harita bırakmış ve Aysel de bunların hakiki harita diye kopyalarını çekerek suç ortaklarına vermişti.
Bütün bunlara rağmen Aysel serbest bırakıldı. Kendisine dokunulmadı. Gaye suç ortakları da ortaya çıkarmak ve kimlerle temas halinde olduğunu öğrenmekti. Ancak bütün bunlar tespit edildikten sonradır ki Aysel’le suç ortakları yakalandı ve kendileri Askeri Mahkemeye verildi…
Duruşmaları sonunda hepsi de idama mahkûm edildiler. Şebeke reisi yaşlı olduğu için cezası müebbet hapse çevrildi. Diğerleri ise… Bir manga askerin silahlarından çıkan kurşunlar onların cezasını vermiş oldu ve bu surette bir casusluk olayının dosyası kapatıldı.
HAFTAYA İSTANBUL’DA YAKALANAN YUNAN CASUSLARI
]]>22 yıl önceydi. Bir Temmuz günü Beyoğlu’nda, Taksim civarında mahiyeti anlaşılamayan garip bir olay cereyan etmiş, son derece şık giyinmiş genç bir kadın kaçırılmıştı.
Olay, akşamüzeri herkesin gözü önünde vuku bulmuş, temiz giyinmiş üç adam, genç bir kadının yolunu kestikten sonra, onu bir taksiye bindirerek hızla oradan uzaklaşmışlardı.
Bu olay hakkında ertesi gün gazetelerde bir şey çıkmadı. Zira o gece siyasi polise mensup bir memur, gazete idarehanelerini dolaşmış, Yazı işleri Müdürlerine kaçırma vakasının yayınlanmaması için alınmış olan neşir yasağı kararını bildirmişti.
Aradan bunca zaman geçti, Artık bugün yazılmasında hiçbir mahsur kalmamış olan bu olayın iç yüzünü sizlere açıklayacak ve meselenin mahiyetini izaha çalışacağız.
* * *
1941 yılının Mayıs ayı içinde Akdenizden gelip Galata rıhtımına yanaşan bir vapurun yolcuları arasında ana kız olduklarını söyleyen biri yaşlı, diğeri genç iki de kadın vardı. Yaşlısının adı Mari, genç, sarışın ve son derece güzel olanının Elefteriya idi.
Ellerindeki pasaportlara göre, ikisi de Yunan ye duldular. Genç kadının mesleği terzilikti, Elefteriya, İstanbul’a hem ziyaret, hem ticaret için gelmişti. Bir müddet istirahat ederek şehrin görülmeye değer yerlerini gezecek, sonra da İstanbul’un tanınmış terzileri ile konuşarak mesleki temaslar yapacaktı.
Ana kız, o sıralarda İstanbul’un en lüks ve en gözde oteli olan Tokatliyan’a yerleştiler. Birkaç gün sonra, genç ve güzel kadın, Richardson adında uzunca boylu, zayıf fakat sırım gibi vücutlu, oldukça yakışıklı, kırk yaşlarında olduğu tahmin edilebilen bir adamla gözükmeye başladı.
Taksimdeki apartmanlardan birinde pansiyoner olarak oturan Richardson, İstanbul’a Elefteriya’dan üç ay kadar önce gelmişti. Bir İngiliz pasaportuyla seyahat ediyor, tanışıp dostluk kurduğu kimselere, kendisini İsviçre’deki büyük bir ilaç fabrikasının Yakin Doğu Mümessili diye takdim ediyordu.
Son derece girişkin, sempatik bir adamdı. Kısa zamanda kendisine bir muhit yapmış, bir çok ahbap edinmişti. Dostlarının çoğunu genç ve güzel kadınlar teşkil ediyordu. BoI para harcamakta, şehrin maruf eğlence yerlerinde sık sık gözükmekteydi.
Richardsonla Elefteriya, hemen her gün denecek kadar sık buluşmaktaydılar. Gerçi bunu normal karşılamak lazımdı. Paralı, yakışıklı bir erkekle, genç, güzel ve dul bir kadının birbirleriyle düşüp kalkmasından daha tabii ne olabilirdi? Görünüşe göre aralarındaki münasebetin basit ve temiz bir arkadaşlık hududunu geçtiği de yoktu. Sadece baş başa vererek geziyor, bol bol konuşuyor, güzel manzaralı yerlerde poz poz resimler çekiyorlardı.
Böylece günler haftalar geçmiş, kadınla erkeği takip ye tarassut eden Siyasi Polis Teşkilatımıza mensup memurlar, onların şüpheyi celbedecek bir hareketlerini, gayritabii sayılacak bir durumlarını tespit edememişlerdi. Fakat buna rağmen takip işine devam ediyor, onları bir an olsun gözden uzak tutmamağa çalışıyorlardı.
Evet, bu genç ye güzel kadınla annesi ve Richardson adındaki yakışıklı adam, adım adım denecek şekilde takip edilmekteydiler. Sebep? Diyeceksiniz. Çünkü onların üçü de birer Nazi casusundan başka bir şey değildi de ondan.
Pasaportları, isimleri, tabiiyetleri, işleri, Mari ile Elefteriya’nin ana kız olmaları, hep yalan, hep sahteydi. Daha ilk günden, İstanbul’a ayak bastıkları anda bunların farkına varılmış ve Siyasi Polis Teşkilatımızın birkaç elemanı peşlerine takılıvermişlerdi.
İlk haftalar uslu akıllı durmuş elan Richardson, yavaştan yavaşa açık vermeğe başlamış, sonra da yaptıklarından kimsenin haberdar olmadığını sanarak işi azıtmağa başlamıştı. Güya Elefteriya ile âşıkane gezintiler yapıyormuş gibi, davranarak askeri bakımdan yasak bölge olarak kabul edilen yerlere sokulup resimler çekiyor, gene askeri makamlarca sır telakki olunan bazı hususlar hakkında malumat elde etmeğe çalışıyordu.
Bütün bunlar Mari, Elefteriya ve Richardson’un yakalanması ve tevkif olunması için kâfi birer sebepti. Fakat Emniyet mensupları sabırlı davranmayı, onları şimdilik kendi hallerinde bırakmayı daha münasip buluyorlardı. Zira Elefteriya ile annesi rolündeki kadının hakiki maksatları memleketimize niçin ve nasıl bir gaye ile gelmiş oldukları henüz katiyetle anlaşılmış değildi. Bunları öğrenmek ve ona göre davranmak lazımdı. Neticede fazla beklemeye lüzum kalmadı ye Elefteriya’nin niyeti anlaşıldı. Sahte terzinin maksadı aynı otelde, yani Tokatlıyan’da ikamet eden Türkiye’de vazifeli Amerikalı bir Albayın çantasındaki bazı mühim evrakı elde etmekti. İstanbul’a sırf bu iş için gelmişti. Mari ise ona yârdim edecek, Elefteriya’nin hareketlerini maskelemeye çalışacaktı.
YAZININ DEVAMI GÖRSELDE…
]]>