MÜZİK GREVİ (1952)

0
775

Yazan: Pierre Quet – Constellation’dan

Dünyanın en meşhur viyolonisti, fikirlerinin tahakkuku uğruna milyonluk kontrat tekliflerini vadediyor.

PABLO CASALS, sonradan büyük bir maharetle çalacağı ve bu sayede dünya çapında bir şöhret kazanacağı viyolonseli ilk defa olarak bir sirkte görmüştü. Babasının yanında numaraları seyretmekte olan küçük Pablo’nun dikkati birden bire, soytarı kılıklı bir adamın çalmakta olduğu musiki âletine takıldı. Bu âlet kemandan çok büyük, fakat kontrbastan daha ufaktı; çıkardığı sesler de insanın aklını başından alacak kadar büyülüydü. O günden sonra bir daha kimse ona keman dersi aldırtamadı. Evde uydurmasyon bir viyolonsel yapmıştı ve söğüt dalından bir yayla sesler çıkarmağa çalışıyor, kendini avutuyordu.

Çocukken iradesi kuvvetliydi… Bir gün yolda giderken kuduz bir köpek onu ısırdı. Küçük Pablo derhal eve koştu, sonra anne ve babasıyla birlikte doktora gittiler. Pablo annesinden bir mendil istedi, dişlerinin arasına koydu ve doktor kızgın bir demirle yarayı dağlarken gık bile demedi. îş bitip de mendil ağzından çıkarıldığı zaman parça parçaydı.

Pablo az zamanda viyolonselini o derece maharetle kullanmağa başladı ki şöhreti, büyük İspanyol bestecisi Albeniz’ın kulağına kadar gitti.

Albeniz onu dinleyince maharetine parmak ısırdı ve hemen kendisiyle birlikte Londra’ya götürmeyi teklif etti. Ama Bayan Casals bu kadar aceleyi doğru bulmuyordu. Onun için sadece, müzisyenlerin hamisi olan Kont Morphy için bir tavsiye mektubu kabul etti.

Pablo burslu talebe olarak tahsil gördü; müzik tedrisatının yanı sıra tarih, coğrafya ve matematik de öğrendi. Sonra Morphy ona Brüksel konservatuvarı için bir tavsiye mektubu verdi. Brüksel’deki konservatuvarın viyolonsel okulu dünyada bir taneydi. Pablo orada ilk defa olarak derse girdiği zaman hoca onu çağırdı ve:

— Küçük İspanyol, senin iyi viyolonsel çaldığını söylediler, dedi. Bakalım bize İspanyol dansları çalabilecek misin?

Bütün talebeler gülmeğe başladı. Casals hocanın sözlerindeki istihzayı sezmişti. İspanyol danslarını çalmanın çok basit olduğunu, isterse Bacir, Beethoven veya Mozart’tan bir parça çalabileceğim söyledi. O zaman hoca:

— Peki o halde, bize “Spa’nın Hatıraları”nı çal, dedi.

Bu Brüksel’deki okulda, talebelerin tecrübe ve zekâlarını ölçmek için kullanılan bir tuzaktı. Parçayı çalmak çok zordu ve talebelerin ekseriyeti, yapamayacaklarını söyleyerek reddederlerdi. Ama Casals öyle yapmadı. Kendi viyolonseli yanında yoktu ve bir müzisyenin alışmadığı bir âletle çalması epey zordu. Buna rağmen kendine verilen âleti akort etti, piyanoya başlaması için işaret verdi, sonra sınıftan akseden gülüşlere ehemmiyet vermeden, yayını tellerin üzerinde gezdirmeğe başladı.

Birkaç dakika sonra kimse gülmüyordu. Çalışını kâfi derecede dinledikten sonra hoca onu durdurdu ve:

— Benimle gel, dedi.

Onu hususi odasına götürdü ve sınıftakilerin önünde kendisiyle alaylı bir şekilde konuştuğundan dolayı özür diledi. Sonra daha ciddî bir tonla, Brüksel’de kalıp çalışmasını, muhakkak konservatuvardan en yüksek mükâfatı kazanarak çıkacağını söyledi. Ama genç Casals’ın kalbi bir defa kırılmıştı:

— Kalamam, diye cevap verdi. Zira siz hakikî bir sanatkâr değilsiniz.

Yirmi yaşında bir delikanlıdan bu gibi bir cevap beklenebilirdi. Ama Kont Morphy, ufacık bir mesele yüzünden konservatuvara girmekten vazgeçtiğini öğrenince ona gönderdiği paranın arkasını kesti. Bunun üzerine Casals, yanında annesi ve üç kardeşi olduğu halde Paris’e geldi ve “Folies – Marigny” adlı vodvil tiyatrosuyla angajman yaptı.

Temsil başına dört frank kazanıyordu ki bu kendisi ve ailesi için tam manasıyla bir sefalet oldu. Annesi de bir yandan dikiş dikiyor ve ancak karınlarını doyurabiliyorlardı. O zaman Casals büyük bir hamle yapmak gerektiğini anladı.

Lamoureux’e gitti. Büyük musikişinas o tarihte hastaydı ve koltuğundan kalkamıyordu. Fakat o halde bile “Tristaıı ve Isolde” operasını, ilk temsiline hazırlayabilmek için gayret sarf etmekten kendini alamıyordu. Ona, yeniden barıştığı Kont Morphy’nin tavsiye mektubunu götürmüştü. Lamoureux bunu okuduktan sonra:

— Kabiliyeti dedi. Hiç şüphesiz kabiliyetin vardır. Ama kabiliyet kimde yok kil

Casals bu defa Brüksel’deki hatasını tekrar etmek niyetinde değildi. Ayağa kalkarak terbiyeli bir şekilde:

— Bana verilen vazife bu mektubu size tevdi etmekten ibaretti, dedi. Şimdi, bu vazifeyi yerine getirmiş olduğuma göre gidebilirim zannederim.

Bu şekilde hareket etmiş olması Lamoureux’un hoşuna gitmişti:

— Delikanlı! diye bağırdı. Bir piyanist bulup buraya gelin; sizi dinleyeceğim.

Ertesi gün Casals bir piyanist bulup müzisyene gitti. Lamoureux bir gün evvelki kadar aksiydi. Onu dinlemeğe söz vermişti, ama çalması pek uzun sürmemeliydi. Casals sordu:

— Neyi çalayım üstat?

— Meselâ Lalo’nun konçertosunu!

Bunu söyledikten sonra Lamoıı- reux tekrar masasının başına döndü. Casals da âletini akort edip çalmağa başladı. Daha ilk nağmelerden itibaren Lamonreux kalemi elinden bırakmış bulunuyordu. Genç viyoloniste döndü ve konserto sona erene kadar hiç kımıldamadı. O zaman:

— Delikanlı, dedi, sende deha var!

Birkaç gün sonra Casals Lamou- reux’tan bir mektup aldı. Üstat onun kendi konserinde viyolonsel solisti mevkiini almasını istiyordu.

22 yaşında ilk defa mühim bir yerde çalan Casals’ın kazandığı sükse müthişti ve pek az kimseye, sanat hayatında böyle bir zafer kazanmak nasip olmuştu… Bunun üzerine turneler başladı. Amerika, Avrupa ve Rusya’nın muhtelif şehirlerinde müteaddit konserler verdi.

Viyana’da bir konser vermekteydi. Mozart ve Beethoven’in üzerinde bulunmuş oldukları bir sahnede çalmakta olması düşüncesi kafa sini bir atı bile terk etmiyordu. Böyle dalgınken bir ara yay eİinden fırladı ve orkestranın dördüncü sırasına kadar gitti. Salondakilcrden en ufak bir gülüş bile gelmedi. Ufak bir çocuk, ciddî bir tavırla yayı aldı ve sanatkâra götürdü. Viyana seyircileri, kıymetli bir müzisyeni takdir ediyor ve ona karşı ne şekilde muamele edilmesi gerektiğini iyi biliyorlardı.

Yirminci asrın ilk çeyreği, onun muvaffakiyet üzerine muvaffakiyet kazanmasıyla sona erdi. Ama bu tarihten sonra Casals birden bire, dünyaya çok garip gelen bir hareket tarzı takip etmeğe başladı, önce Rusya’da; sonra da sırasıyla İtalya ve Almanya’da ne kadar kontratı varsa hepsini feshettirdi. Artık sadece kendi memleketinde çalacaktı.

İspanya’da son derece hürmet görüyordu. Bütün büyük şehirlerde kendi adını taşıyan sokaklar vardı. Ama İspanya’ya Franko hâkim olunca işler değişti. Bu sokaklardan kendi ismi alındı emlâkine ve servetine el kondu.

Casals Fransa Katalonyasında bulunan Prades şehrine yerleşti ve viyolonselini hiç kimseye dinletmemeğe karar verdi. Franko rejimini İspanya’nın selâmeti için zararlı görüyordu. Mademki Amerika ve İngiltere gibi büyük devletler bu âdil olmayan hal karşısında hiçbir protestoda bulunmuyorlardı; O da bu memleketler halkını, aynı şekilde suçlu olan bütün dünya halkı gibi, viyolonselini dinlemekten mahrum edecekti.

Pablo Casals son konserini 1945 yılında Londra’da Albert Hail salonunda 14.000 kişi önünde vermişti. O tarihten sonra sadece kuşlar ve ağaçlar onun viyolonselinden çıkan tatlı nağmeleri dinlemek şansına nail olabilirler.

Ahbap ve yakınlarının devamlı ısrarları üzerine artık süküttan vazgeçmesi lâzım geldiğini anlayan Pablo Casals beş sene süren musiki grevinden sonra ilk konserini, elli günlük bir hazırlık devresini müteakip Prades kilisesinde verdi.

Orkestrada çalmak üzere gelen müzisyenler fahrî çalışmışlar; para olarak sadece Prades’e kadar olan yol masraflarını almışlardı.

Prades konseri bütün dünyayı şaşırttı. Viyolonsel üstadının 73 yaşında tekrar çalışmaya başladığına inanamıyorlardı. Ama 1951 yılında Perpignan’daki meşhur, Mayorka kralları sarayında Casals resitalini verince kimsenin şüphesi kalmadı.

Doğruluğuna inandığı fikirler ve vatanı uğruna birçok mahrumiyetlere katlanmış bulunan Pablo Casals’ın saygıya lâyık bir insan olduğu muhakkaktır.

Paylaş

CEVAP VER