İnci gibi dedikleri cinsten pırıl pırıl dişler.
Ve sonra sert bir keskin burun. İrade timsali bir keskin çene.
Her çizgisiyle mert bir yüzde bir erkek çehresi.
Pırıl pırıl mavi gözlerdeki masum bakışlar, en çok on yaşında birer çocuk çağında,
— Nazım Hikmet Bey siz misiniz? diyorum.
— Benim! Buyurun? Bir emriniz mi var? diyor.
Süreyya Paşa hakkında yazdığı şiir isimli hicvi önüne atıyorum.
— Bunu siz mi yazdınız?
O, sakin ve gülümser, benim bu soruma bir soru ile cevap veriyor:
— Size Nazım Hikmet’in ben olduğumu söylememiş miydim?
Ben artık oraya gittiğim zamanki gibi gerçekten öfkeli değildim. Buna rağmen birdenbire büsbütün ric’at etmiş olmamak için zoraki bir hırsla soruyorum:
— Peki, bunu niçin, nasıl yazdınız?
O yine sakin ve gülümser, cevap veriyor:
— İçimden geldiği gibi yazdım!
Ve bana masanın karşısındaki koltuğu gösteriyor:
— Oturmaz mısınız?
Kararsız, gösterdiği yere oturuyorum, O ayni mütebessim sükûnetle:
Yanılmıyorsam, diyor, siz Süreyya Paşa’nın yakınlarındansınız. Buraya da beni dövmeye geldiniz… Eğer adam dövmenin bir meseleyi halledebileceğine inanıyorsanız, buyurun, dilediğiniz gibi dilediğiniz kadar vurun ve sonra rahat rahat çıkıp gidin. Yok, öyle değil de bana da eserini savunmak hakkını tanıyabilirseniz, sizinle konuşa bilirim!
Artık büsbütün geçmiş bir öfkeyle, hatta biraz da yapmak istediğim barbarca işle küçülmüş görülmekten doğan bir utançla cevap veriyorum:
— Buyurun, sizi dinliyorum!
O, hiç değişmeyen gülümser sükûnet ile soruyor:
— Sizin babanız hayatta mı?
— Hayır!
— Severdiniz, değil mi?
— Elbette!
— Onu, ölüm döşeğinde beş lira gibi sefil bir paranın haksız hesabını sorarak ölümüne sebebiyet verebilecek kadar şiddetle incitmiş olsalardı, bunu yapanlara rahmet mi okurdunuz?
— Okumazdım elbette…
— Onlara, hiç değilse içinizden sövmez miydiniz?
— Söverdim elbet…
— Ee, o halde, ayni işi yaptığım için bana neden kızıyorsunuz?
Onun mavi gözleri gibi benimkiler de nemlenmişti. Gayri ihtiyari “özür dilerim, dedim, durumu bilmiyordum.”
O:
— Bir şey içmez misiniz: diye sorunca, ayağa kalktım:
— Teşekkür ederim, inşallah başka bir gün gelir, bir kahvenizi içerim. Şimdi müsaadenizi rica ediyorum! Ben böyle diyerek elimi uza tınca o da tuttu ve gülerek:
— Gördünüz ya, anlaşmak dövüşmekten tatlı oluyor. Tekrar gelme sözünüzde duracaksınız değil mi?
Elimi çekerken gülerek cevap verdim:
— Geleceğim!
***
Süreyya Paşa o yazısından dolayı Nazım’dan davacı olmuştu.
Nazım’ı ikinci görüşüm onun bu davasında oldu:
Avukatlığını rahmetli İrfan Emin yapıyordu. Uzun ve gerçekten nefis savunmasını bitirirken söylediği şu sözleri unu tamam:
— Şimdi karar sizindir. Şayet Osmanlı İmparatorluğu’nun seraskerine sevgili Türk Milleti adına sövdüğü için Cumhuriyet Türkiye’sinin namuslu şairini mahkûm edecekseniz, size ne demek lâzım geleceğinin takdirini insaf ve iz’an erbabına bırakıyorum.
Şimdi insan ve iz’an erbabı olarak, sizin ne diyeceğinizi bilemem. Fakat açıklamaya mecburum ki, mahkemenin kararı, Nazım Hikmet’e 18 ay hapis cezası vermek oldu.
Nâzım’ın ilk mahkûmiyeti galiba budur. Mahkeme kapısında, gönlümce protesto ettiğim bu karar için kendisine:
(DEVAM EDECEK)
ÖZÜR: Geçen sayımızda, Süreyya Paşa ile ilgili olarak, üçüncü sütunda Nâzım Hikmet’in söylediği sözlerde: “Senin baban Osmanlı İmparatorluğu’nun hırsız seraskeri…” ibaresi geçmiştir. Yazının esas metni eski Türkçe ile yazılmış olduğu için, bu ibaredeki “HAYIRSIZ” kelimesi, “hırsız” ile ayni şekilde yazıldığından “HAYIRSIZ” sözü sehven “hırsız” olarak çıkmıştır Durumu açıklar özür dileriz.